Gönderi

Atsız Tekrar Süleymaniye Kütüphanesinde: Atsız aleyhindeki konuşma ve yayınlar nihayet 1952 Mayıs'ında semeresini (!) verecektir. Olaylar şöyle gelişir: "Türk Milliyetçiler Derneği, 3 Mayıs kutlamalarına katılması ve bir konferans vermesi için Atsız'ı Ankara'ya davet etti. Konferansın konusu 'Devletimizin Kuruluşu' idi. Ankara Atatürk Lisesi'nin konferans salonu o gün silme doluydu." (Deliorman 2013: 93). Atsız 1940 yılında da aynı konuyu ele almış ve devletimizin 1040'ta kurulduğu düşüncesini dile getirmişti. Hanedanları ayrı devlet saymamak gerektiği, hanedanların değişmesiyle yeni bir devlet kurulduğu fikrinin yanlış olduğu, bu sebeple Batı Türk Devleti'nin 1040 Dendânekan Savaşı ile kurulduğu, Atsız'ın tarih görüşünün en önemli yönlerinden biriydi. Bu konferansında da aynı görüşü tekrarlamıştı. Aleyhteki kampanya hemen başladı. Türkçüler Irkçılık-Turancılık Davası'ndan beraat etmişlerdi ama bir takım insanların zihninde hâlâ beraat etmedikleri anlaşılıyordu. Onlara göre Atsız ve arkadaşları memleket için zararlı fikirlere sahipti ve mutlaka susturulmalıydılar. Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin konuyla ilgili haberleri, o günlerin havasını net bir şekilde yansıtmaktadır: "Milliyetçiler Derneğinin bayram olarak kabul ettiği 3 Mayıs münasebetiyle dün Atatürk Lisesi konferans salonunda Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye Cumhuriyetinin iki ayrı devlet olarak mütalâa edilemeyeceğini ve devletin isminin millî şuur hâkim olduğu zaman 'Türk ili' olarak değiştirileceğini ve asıl topraklarımızın ecdadımızın devletler kurduğu yerlerde olduğu mealinde bir konferans vermiş olan Nihal Atsız'ın konuşmasında mevzuubahis ettiği fikirler şehrimiz siyasî çevrelerinde tepkiler yaratmıştır. Nihal Atsız'ın bugünkü sınırlarımızı tanımayan, dahili rejimimiz ve dış politikamıza taban tabana zıt fikirleri ihtiva eden bu konuşmasının Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin müsaadesiyle bir milli eğitim müessesesinde yapılmış olması sebebiyle bazı milletvekilleri bir sözlü soru ile hükümetçe bu hadisenin nasıl karşılandığını sormuşlardır." (Milliyet gazetesi, 07.05.1952; Akgöz 2016: 204-205'ten). "Atatürk lisesi konferans salonunda milliyetçiler derneğinin davetiyle Haydarpaşa lisesi edebiyat öğretmeni Nihal Atsız tarafından yapılan konuşma hakkında, öğrendiğimize göre tahkikat yapılmaktadır. Önce Tarih-Coğrafya Fakültesinde tertip edilmek istenen toplantı, salon tahsis edilmediğinden Atatürk lisesinde yapılmıştı. Nihal Atsızın bazı gazetelere intikal eden konuşması muhalefet çevreleri kadar iktidar mahfillerinde de kötü karşılanmıştır. Yazılanlara göre, Atsız bu konuşmasında ırkçılık propagandası yaparak birçok temenniler ileri sürmüş, Nazi Almanya'sının bazı hareketlerini ve Hitlerin Çekoslovakya'yı işgal için gösterdiği sebebi örnek olarak ele almıştır. Bir lise konferans salonunun siyasî bir toplantıya nasıl tahsis edildiği ve bir öğretmenin bu şekilde faaliyete ve nihayet bir derneğin mütemadiyen siyasetle iştigaline kimler tarafından, nasıl müsamaha edildiği bu konferans dolayısı ile itirazları davet etmiştir. Toplantı ile ilgili olanlar, konuşulanların yanlış aksettirildiğini ve neşriyatın bugün tekzip edildiğini söylemektedirler." (Cumhuriyet gazetesi, 08.05.1952; Akgöz 2016: 205-206'dan). Görüldüğü üzere çark işlemeye başlamıştı. Milliyet'in 11 Mayıs tarihli bir haberine göre Millî Eğitim Bakanlığı idari tahkikat açmış, hatta bakanlıkta çalışan üç memur hakkında da "takibata geçileceği" söylenmeye başlanmıştı (Akgöz 2016: 206'dan). 10 Mayıs tarihli Cumhuriyet gazetesindeki haberinde Mekki Sait Esen ise "sağ ve sol tahriklere karşı yeni tedbirler" den bahsediyor; bu konuda CHP ile DP arasında "müşavere yapılması"nın beklendiğini söylüyor; Menderes ile CHP Meclis Grubu başkanlarından Avni Doğan'ın bir görüşme yaptığını belirtiyor ve konu hakkında daha tafsilatlı bilgiler veriyordu: "... Bu arada devamlı şekilde politika ile uğraştığı ileri sürülen Milliyetçiler Derneği hakkında takibata geçilmiştir... Gene bu derneğin tertibi ile Ankara'da bir lisedeki konuşmasından dolayı Haydarpaşa lisesi öğretmenlerinden Nihal Atsız, öğrendiğimize göre, Bakanlık emrine alınmaktadır. Kendisi ile görüştüğümüz Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri hadise dolayısı ile gerek öğretmen, gerek Atatürk lisesinin salonunu bu tertibe açanlar hakkında gerekli soruşturmanın yapıldığını teyit etti. [Nejdet Sançar'ın verdiği bilgiye göre, “Başmüfettiş İrfan Alıcıoğlu tarafından yapılan soruşturma sonunda, Atsız'ın konferansının ilmî bir konuşma olduğu anlaşıldı. Bu hadise ile zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar da alâkadar olmuştu.” Bakan Tevfik İleri, teftiş sonunda, konferansta suç unsuru bulunmadığını bildirince Bayar “Ben bilmem. Çoluk çocuğu aç kalsın ki, aklı başına gelsin!" diye diretmiş. İleri, “Beyefendi! Bu gençler, hiç değilse Halk Partisi'ne karşılar." deyince de Bayar "Onların Halk Partisi'ne karşı oldukları yerde ben Halk Partisi ile beraberim." diye cevap vermiş (Ötüken 109, Ocak 1973: 9).] 1950'lerin sonlarında, Demokrat Parti 1960 ihtilaline doğru sürüklenirken Tevfik İleri bir kabine toplantısında Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a şöyle diyecektir: "Biz kendi gençliğimizi kendi elimizle boğmasaydık bunlar başımıza gelmezdi." (Deliorman 1997:76). Tevfik İleri bu hadiseye bir hafta süren seyahatinden avdetinde muttali olduğunu kaydederek dedi ki: 'Verilen resmî malumata göre, Türk Milliyetçiler Derneğinin Atatürk lisesi konferans salonunda tertip etmiş olduğu konferansta Nihal Atsız ezcümle şunları söylemiştir: (Hitler, Çekoslovakya'yı işgal ederken şöyle diyordu: Alman devletinin ilk imparatorları Prag'da oturmuşlardır. Binaenaleyh Çekoslovakya bizimdir. Bizim de ilk hükümdarlarımız Tebriz'de, Horasan'da oturdular. O halde bizim eski ülkelerimiz de bizim olmalıdır. Bunu istemek hakkımızdır.) Konferansçının bu çeşit sözleri hakkında soruşturma yapmak üzere teftiş heyeti reisine emir verilmiş ve işe derhal el konmuştur. Bu soruşturmayı müteakip gerekli muamele yapılacaktır.' Tevfik İleri bu vesile ile şu noktalara işaret etti: 'Vatanını ve milletini seven bütün vatandaşların üzerinde hassasiyetle durmaları icap eden cihet, Türk milletinin büyük ve aziz menfaatidir. Bu menfaate zararlı olan ve hatta fayda getirmeyen her söz ve hareketten bütün vatandaşlarımızın kendilerini vikaye etmeleri icap eder ve Türk milleti bu şuura ermiş bulunmaktadır. Kendi milleti için sadece felâket getirmiş olan bir kimsenin (Hitler'in) bu sözlerini Türk gençliğine telkin etmek ve yüzde yüz milli olan bugünkü politikamızla taban tabana zıt bir ideoloji etrafında hareket uyandırmağa kalkışmak vatanseverlikle katiyen kabili telif değildir. Bu gibi hareketler hakiki vatanperverleri müteessir eder ve yurdumuzda çıkacak her çeşit huzursuzluğu istismar etmek isteyen komünistleri sevindirir. Konferansçının bir öğretmen oluşu bizi ayrıca hassasiyete, vazifeye davet etmektedir. Tüzüğünde politika ile uğraşmamak kaydı bulunan bir derneğin politik ve bilhassa memleketin yüksek menfaatlerini zedeleyici davranışları hakkında da alâkalı makamların gerekli takibatı yapacakları tabiidir.' Bakan bu konferansa lise salonunu tahsis edenler hakkında ayrıca tahkikat açıldığını ilâve etti. Bilindiği üzere konferans için evvelâ Halkevi salonu istenmiş, verilmeyince Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi salonu için müracaat yapılmış, nihayet Ankara Maarif müdürlüğü Atatürk lisesinin salonunu tahsise muvafakat etmiştir." (Cumhuriyet gazetesi, 10.05.1952; Akgöz 2016: 208-210'dan). Tevfik İleri, 27 Ocak 1953 tarihindeki Demokrat Parti Meclis Grubu'nda da bu sözlerini tekrarlar (Küçükalcan 2016b: 69-70). Görüldüğü üzere âdeta CHP devri geri gelmiş, milliyetçi olarak bilinen Tevfik İleri, İnönü'nün 19 Mayıs nutkuna benzer sözler söylemek zorunda kalmıştır. Türk milliyetçilerine, altı okundan biri milliyetçilik olan CHP tahammül edemediği gibi DP de tahammül edememiştir. Nitekim bu haberden üç gün sonra, 13 Mayıs 1952'de Atsız öğretmenlikten alınıp Süleymaniye Kütüphanesi'ne gönderilecek, 23 Ocak 1953'te Türk Milliyetçiler Derneği'nin bütün şubelerine eşzamanlı baskın yapılarak dernek tedbirli olarak kapatılacaktır. Oysa Atatürk Lisesi'ndeki konferansında Atsız, Hitler'in sözlerini sadece örnek olarak göstermiş ve başka milletlerin, istilacı emelleri için bile eski haklarını ileri sürdüklerini belirtmişti. Konferansta Hitler adının geçtiği kısım aynen şöyle idi: "Tarihimize bakarken şu veya bu hanedanın tarafını tutarak kendimizi onun milletinden saymaya hakkımız yoktur. Buna hakkımız olmadığı gibi devletimizin kurulduğu toprakları da bugün yabancı ülke saymaya mezun değiliz. Türkiye, Rumeli'yi fethedip de, Allah göstermesin Anadolu'yu kaybetse Anadolu toprakları da bizim için yabancı mı olur? Milli durum yalnız bir ânın, bir zamanın durumu değildir. Çünkü millet de yalnız bir zamanda yaşayan insanlar değildir. Dün yaşamış olanlarla yarın yaşayacaklar da Türk milletini teşkil ediyor. Dünkülerin hakkımı feda edemeyiz. Bu devleti kuranların ve bize bugün burada yaşamak imkânını verenlerin mezarları ile dolu yerleri düşünüp sevmek hakkımız ve vazifemizdir. Kardeş kavgası her yerde olur. Napolyon Almanya'yı istila ederken Cermanya İmparatorluğunu teşkil eden devletlerden bazıları Napolyon'la birlikte asıl Almanya'ya karşı harp etmişlerdir. Fakat Almanlar Prusya ve Bavyera'yı ayrı devlet ve millet saymadıkları gibi Bavyeralıları da hain telâkki etmemişler, çocuklarına tarih okuturken yine tek Almanya'dan bahsetmişler, ancak bu kardeş kavgalarından bazı ibretler çıkarmaya savaşmışlardır. Nazi Almanya'sı Çek-Slovakya'yı istilâ edip dünya basınının hücumlarına uğrayınca Hitler cihana karşı şu mucip sebepleri ileri sürmüştü: 'Alman imparatorlarının Prag'da yaşamış olduğunu unutuyorlar.' Görülüyor ki başka milletler istilâî emelleri için bile eski birlik hakkına dayanıyorlar. Bizim ilk padişahlarımız Horasan'da yaşayıp ölmüş, fazla olarak da o bölgeye ebedi Türklük damgası vurmuştur." (Atsız, Türk Tarihinde Meseleler 1992: 37-38). Bu sözler Atsız'ın öğretmenliğinin sonu olmuştur; artık bir daha öğretmenlik yapamayacaktır. Haydarpaşa Lisesi'ndeki son gününü talebesi Deliorman'dan dinleyelim: "Atsız, öğretmenlikten alındığının açıklandığı gün son dersten önce, Haydarpaşa Lisesi'nin geniş bahçesinde öğrencileriyle hâtıra fotoğrafları çektirdi. Gençler, ona kır çiçeklerinden bir demet sundular. Atsız derli toplu giyinirdi ama şık görünmeye meraklı değildi. Elbiseleri hep gri renkteydi. O gün de, yine gri renkte, fakat sanki terziden yeni çıkmış gibi bir elbise giymişti. Kolalı beyaz gömleği, bıçak sırtı gibi ütülü pantolonu ile her zamankinden farklıydı. Sanki bayram yerine gider gibiydi. Sonra derse girdi. Üçüncü dönem bitmiş, tatil yaklaşmıştı. O gün ders dışı konuşmalar yapıldı. Sınıfta acı bir sessizlik hüküm sürüyordu. Öğrencilerden biri müsaade isteyerek, yazdığı manzum hicviyeyi okudu. Atsız, gülümseyerek dinliyordu. Hava biraz yumuşamıştı. Sonra, bir başka öğrenci, bütün sınıfın merak ettiği soruyu sordu: Nakil kararı niçin verilmişti? Millî Eğitim Bakanı milliyetçi bir kimseydi. Bu karara nasıl imza atmıştı? Gülümseyen, sakin Atsız'dan o zaman eser kalmadı. Kükrer gibi konuşmaya başladı. Öğütler verdi, gerekli gördüğü açıklamaları yaptı. Nasıl geçtiği anlaşılmadan ders sona erdi. Atsız, yine sakin adımlarla öğretmenler odasına doğru yürüyüp uzaklaştı. Bu, onun öğretmenlik hayatındaki son noktaydı." (Deliorman 2013: 96-97).
·
80 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.