Gönderi

TBMM Kürsüsünden Atsız'a Hücum: 1962 Mart'ında CHP milletvekili Osman Sabri Adal'ın TBMM kürsüsünden Atsız'a hücum etmesi bazı gazetelerde yer aldığı gibi Millî Yol'da da genişçe yer alır. Konu Tedbirler Kanunu'dur. Başbakan İsmet İnönü ile meclisteki partilerin genel başkanları Adalet ve Anayasa Komisyonu'na bir kanun teklifi verirler: Anayasa nizamını, milli güvenlik ve huzuru bozan bâzı fiiller hakkında kanun teklifi. Yaygın adıyla Tedbirler Kanunu. 27 Mayıs ihtilalini ve ihtilalin sonucu olarak verilmiş mahkeme kararlarını söz, yazı, haber vesaireyle kötüleyenlere hapis cezası verilmesini öngören bir teklif. 04 Mart 1962 tarihli Cumhuriyet olayı kısaca veriyor: "İkinci maddenin müzakeresi esnasında CHP'den Osman Sabri Adal söz alarak bir gazetede yayınlanırken kesilen Türkeş'le ilgili röportaj'dan bahsetmiş ve bu röportajın maksatlı yayınlandığını ihsas ederek, Nihâl Adsız ile eşi Bedia Adsız 68 arasında yazılan iki mektubu okumuştur." (Akgöz 2016: 218). (Gazete, isimlerin yazılışı konusunda son derece özensizdir. Atsız'ın d ile yazılması yanlıştır. Bedriye Hanımın adının Bedia olarak geçmesi Adal'ın hatası mıdır, gazetenin hatası mıdır, bilmiyoruz.) Atsız'ın sözlü cevabı 05 Mart 1962 tarihli Yeni İstanbul ve Zafer gazetelerinde yer almıştır. Yeni İstanbul haberi şöyle veriyor: "Atsız, Osman Sabri'yi ispata dâvet ediyor-Mecliste Tedbirler Kanununun evvelki günkü müzakeresi esnasında C.H.P. İzmir milletvekili Osman Sabri Adal, Alpaslan Türkeş ile milliyetçi yazar Nihal Atsız'ın cumhuriyet düşmanı olduklarına dair iddialar ileri sürmüş ve elinde vesikalar bulunduğunu belirtmiştir... Dün bu konuda görüştüğümüz Nihal Adsız C.H.P.li milletvekilinin iddialarına cevap vererek şunları söylemiştir:" "Bu mektup baştan başa yalan ve uydurmadır. 1945'te zevcem talebe müfettişi değildi ve Almanya'da bulunmuyordu. İkimiz de İstanbul'da hapishanede idik. Osman Sabri Adal, o zaman Emniyet Umum Müdürü idi. Irkçı-Turancı sanıklara İstanbul Emniyet Müdürlüğünde tabutluk işkenceleri yapılırken bu hâdise Meclise aksetmiş ve zamanın Dahiliye Vekili, Osman Sabri Adal'ı bu işin tahkikine memur etmişti. Osman Sabri Adal, İstanbul'a geldi, işkencelerin doğru olup olmadığını Emniyet Müdür muavini Kâmuran Çuhruh'dan sordu. Halbuki, işkenceleri yaptıran Kamuran'ın kendisi idi ve tabii Osman Sabri Adal da bunu pekâlâ biliyordu. Doğru bir adam olsaydı bu işi işkenceyi yapana değil, işkenceye maruz kalanlara sorardı. Bu hareketinden dolayı, Sıkı Yönetim Mahkemesindeki müdafaalarımızda ona şiddetle hücum ettik. Elbette bu hücumların ağırlığının tesirini hâlâ hissediyor ki, durup dururken 20 yıl sonra, büsbütün başka bir mesele konuşulurken bunu ortaya koyuyor. Böyle bir mektup varsa çıkarıp ortaya koysun. Bir de şu var ki, hususi mektupları ele geçirmek dahi kanun bakımından suçtur. Osman Sabri Adal, şecaat arz ederken yaptığı hırsızlığı anlatan çingenenin durumuna düşmüştür. Ve böylece, o devrin Anayasası da ortaya çıkmıştır. Osman Sabri Adal'a başsağlığı dilerim" (Akgöz 2016: 218-219'dan). Millî Yol'un 06 Mart 1962 tarihli 7. sayısında haber, "Sahte Mektup" başlığıyla verilir: "Tedbirler Kanununun tartışması sırasında garip, iğrendirici, ibret verici bir sahne de oldu. Durup dururken, kanun konusu ile ne ilgisi olduğu bir türlü anlaşılamayan bir mektup metni ortaya atıldı. Osman Sabri Adal adında bir CHP milletvekili, ki 1944'te Türkçüler komünistlik aleyhinde nümayiş yaptıkları için Emniyet Müdürlüğünün tabutluklarında işkence görürken Emniyet Umum Müdürü idi, kürsüye fırlıyor ve 1944'ten önce Atsız'ın karısına yazmış olduğu bir mektup olduğunu iddia ettiği bir vesikayı okuyor. Buna göre Atsız birinci Cumhurbaşkanı (yani Atatürk olması gerekir) ve ikinci Cumhurbaşkanı aleyhinde bazı cümleler kullanıyor. Onları orduyu ihmal etmekle suçlandırıyor. Bu milletvekilinin bu acayip hareketi her bakımdan hayret uyandırıyor. Önce: Atsız bugün siyasetle uğraşmamaktadır. Hiçbir parti ile ve hele o günü bahis konusu olan kanun tasarısı ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Şu halde durup dururken onu ve onun karısına yazdığı mektubu meclis kürsüsünden bahis konusu etmeye ne lüzum vardı? Bunun hiçbir izahı yok. İkinci nokta şu: 1944 dâvalarında çeşitli mektuplar okundu ve dosyalara girdi, ve neticede bunların hepsinden Atsız tamamen beraat etti. Ama bunların hiçbirinde Osman Sabri Adal'ın okuduğu metin yoktu. Bu metin nereden çıkarıldı? Büsbütün uyduruldu mu, yoksa mevcut metinlerden bazıları tahrif mi edildi? Yoksa muhtelif kimselerin şuna buna yazdığı çeşitli mektuplardan parçalar birbirine mi eklenerek böyle bir mektup yapıldı? Bunları öğrenmek kimseye nasip olmadı. Ama en mühimi de şuydu: Böyle bir mektup, ister sahte, ister hakikî olsun, Osman Sabri Adal'ın cebinde ne geziyordu? 1944 duruşmalarında bahis konusu olmuş ve dâva dosyasına girmiş bir mektup ise bu mektubu kim dâva dosyasından çıkarıp da şimdi hiçbir mesul sıfatı olmayan bu Osman Sabri Adal'a vermişti? Eğer bu mektup o dosya dışında başka bir mektup ise, bu mektup Osman Sabri Adal'ın ne suretle eline geçmişti? Hangi ahlâk kaidesine ve hangi kanun hükmüne göre bir siyasî konu ile ilgisi olmayan bir hususî şahsın karısına yazdığı mektuba el koyuyor ve bunu meclis kürsüsünden okuyordu? Bütün bu konular cevapsız kaldı. Ama bu manzara düşündürücü oldu." (Millî Yol, 6 Mart 1972: 6-7). Osman Sabri Adal'ın Atsız'a cevabı 07 Mart 1962 tarihli Ulus gazetesinde çıkmıştır: "... Yalan ve uydurma diye adlandırdığı kendi el yazısı ile, (biri eski harflerle, ikincisi yeni harflerle olan) mektupların Atatürk, İnönü ve T.B.M.M. ile Cumhuriyet rejimini tahkir eden pasajların fotokopisini veriyorum." (Akgöz 2016: 221'den). Adal'a cevap Atsız'ın kardeşi Nejdet Sançar'dan gelir: "Osman Sabri Adal'a Açık Mektup". Sançar cevabında Adal'ın çıkışının “bir zümrenin çıkarı yolunda ve direktifle" yapıldığını belirtir ve devam eder: "Bu hareketiniz bir tertip, veya bir tertibin ilk adımı gibi gözükmektedir. Ancak böyle tertiplere ön ayak olanlar da, onu perde arkasından idare etmek isteyecekler de şunu bilmelidirler ki, bu gibi bayat oyunlarla Atsız mevkileri gibi insanlar yıkılamaz. Bu gibi tertiplerin hedefi, insanların, ya yahut şerefleri olabilir. Siz bu saldırınızla Atsız'ı mevkiinden mi edeceksiniz? Bundan daha gülünç bir teşebbüs olamaz. Çünkü, gerçek mevkii bir Üniversite kürsüsü olması gereken Atsız, yüksek (!) siyasîlerin yüksek (!) siyasetlerine alet olan yüksek (!) mevkililerin yüksek (!) himmetleriyle, yıllardan beri bir kütüphane memurudur. Yâni devlet kapısında en alt bir kademededir. Onu bu en alt kademeden daha aşağı nereye itebilirsiniz? Yok, hedefiniz Atsız'ın şerefi ise, işte bu alanda büsbütün yaya kalmaya mahkûmsunuz. Çünkü bu çirkef dünyada çamura bulanması en güç şey gerçek insanın şerefidir. Dünyanın bütün şer kuvvetleri bir araya gelse, tertemiz bir vatanseverin şerefine leke sürmek değil, toz dahi konduramaz. Atsız, otuz yılı aşkın bir zamandan beri, bütün varlığı ile bağlı bulunduğu Türklüğe karşı, hiçbir karşılık beklemeden yaptığı fikir hizmetleriyle, gerçek insanlar için çok değerli bir mevki elde etmiştir. Atsız'ı o şerefli mevkiden indirmek, hiçbir faninin haddi değildir." Açık mektubun sonunda Nejdet Sançar, Atsız'ın Atatürk hakkındaki fikirlerini anlatır ve Adal'a 1944'teki işkenceler hakkında sorular sorar (Milli Yol, 23 Mart 1962: 7, 14). Adal'ın soruları cevapsız bırakması üzerine Sançar "Türk Umumi Efkârına Bildiri” başlıklı bir yazı daha yazar (Millî Yol, 13 Nisan ve 20 Nisan 1962) ve 1944'teki işkenceleri açıklar. Adal'dan bunlara da cevap gelmez. Bunun üzerine Sançar son olarak "Osman Sabri Adal yenilgiyi kabul etti” başlıklı yazısını yayımlar. Adal'ın açıkladığı mektup ve vasiyetname hakkında şunları yazar: "Vasiyetname, bir insanın mahrem fikirleri demektir. Bu mahrem fikirler, ancak sahibinin ölümünden sonra ve vasiyetnameyi açmaya yetkili kimse veya kimseler tarafından bilinir ve öğrenilebilir. Bu sebepten Osman Sabri Adal, Atsız'ın, 1941'in tehlikeli günlerinde eşi ve oğlu için yazmış olduğu vasiyetnamenin bâzı parçalarını gazeteler vasıtasıyla açıklamakla çok büyük ayıp etmiştir. Bu büyük ayıbı şahıs ve zümre çıkarına dayanan particilik düşüncesiyle yapması ise ikinci bir ayıptır. Sonra kendisinin bu vasiyetnamenin fotokopilerini nereden elde etmiş olduğu da düşünülecek bir meseledir. Çünkü bu fotokopilerin, Turancılık dâvâsı dosyasında olması lazımdır. 1944'te Savcı Kâzım Alöç, bu fotokopileri bizlere göstermişti. Ve, "Aslı dosyada varken bunlara ne lüzum var?" sorusuna da, malum boşboğazlığı ile, fotokopilerin Cumhurbaşkanına gösterileceği ve sonra dosyaya konacağı cevabını vermişti. Bu duruma göre, Osman Sabri Adal, 1944 kepazeliğine ait dâva dosyasında bulunması gereken bu fotokopileri nasıl elde etmiştir? Bunları Emniyet Umum Müdürlüğü salâhiyetiyle dosyalardan kendisi mi almıştır, yoksa fotokopiler kendisine başkaları tarafından mı verilmiştir? Vasiyetnamenin, umumî efkâra açıklanmasındaki vicdanları ve insanlığı inciten ayıbı yanında, bu da üzerinde durulması gereken bir husustur." (Millî Yol, 11 Mayıs 1962: 7). Mektup ve vasiyetnamenin gerçek olduğu anlaşılıyor. Ancak bir milletvekilinin bu özel belgeleri usulsüz olarak ele geçirip kamuoyuna açıklaması elbette kabul edilemezdi. Nejdat Sançar'ın haklı itirazlarıyla konu kapanmış ve bir daha gündeme gelmemiştir.
·
96 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.