Gönderi

Bir Gecelik Tutuklanma: 14 Mart 1973 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Atsız'ın tutuklandığına dair bir haber vardır: "Yazar Nihal Adsız, hakkında kesinleşmiş bulunan bir yıl iki ay hapis cezası için çıkarılan yakalama müzekkeresi uyarınca Emniyet Müdürlüğü İnfaz Bürosu tarafından dün tutuklanmıştır." (Akgöz 2016: 232'den). 12/13 Mart'taki bu tutuklanma aslında bir hata yüzünden olmuştur. 17 Mart'ta Muzaffer Eriş'e yazdığı mektupta Atsız şöyle diyor: "Bir memur hanımın hatâsı yüzünden tevkif olunup, geceyi Emniyet Müdürlüğü'nde geçirdikten sonra bu tevkifi 'tebligat' sayarak İnfaz Savcılığı'na başvurduk ve âzamî müddet olan 4 aylık tehir kararını aldık.15 Temmuz'a kadar serbestim." (Hacaloğlu 2013: 238). Bu bir gecelik tutukluluğun hikâyesini, kendisiyle yapılan mülakatta, Avukat Enver Yakuboğlu şöyle anlatıyor: "Şimdi, biz dört ay bir infaz tehiri talebinde bulunduk. Savcı da bize verdi. Fakat, kalemde bir yanlışlıkla Hoca'nın kütüphanede, Süleymaniye'deki adresine gönderilmiş, evrak geri dönmüş. Halbuki evine de bir tebligat yapılmış. Kalem, Süleymaniye'ye yapılan tebligat geri geldiği için tebligat yapılmış kabul ediyor, yakalanması için, hapse götürülmesi için yazıyor Emniyete. Emniyet de tabii olarak Kartal adresi, oraya gidiyor tabiî polis. Savcılığa teslim edecek. Kartal Savcılığına gidiyorum, Kartal Savcısına diyorum ki 'Efendim bir yanlışlık var. İnfazı yapan İstanbul C. Savcılığı, İnfaz Savcılığı herhalde kalemin bir hatasından haberi yoktur. İzin verin ben müvekkilimi yarın size teslim edeyim.' Savcı 'Hayır, diyor, resmen bu cezanın infazı gerekir, ben bundan haberdar değilim. Bu itibarla yatması lâzım. Yarın gidin, İstanbul infaz savcısına durumunuzu anlatın, ama bu akşam hapishaneye girmesi lâzım' diyor. Ne desem olmuyor. En nihayet Savcı, biraz da benim kırgın şekilde konuşmam karşısında diyor ki 'Şu halde bir formül bulalım diyor, şimdi polis yanınızda, ben size evrakı vereyim polise, gidin İstanbul Savcılığına, orada halledin, bizi de kurtarın bu işten' diyor. Peki diyoruz. Ve, İstanbul Savcılığına telefon ediyor, orada Hulusi Bey dedikleri zat, gönderin evrakı, biz halledelim diyor. Bakıyoruz, yarım saat var dairelerin kapanmasına. Kartal Savcılığının önünde, polisle Hoca bir taksi tutuyoruz, İstanbul'a gelmek üzere. Ben şimdi şoföre rica ediyorum, ne olur bir an evvel gidelim diye. Rengim sapsarı. Asap bozukluğu içindeyim... Yanımda Hoca'nın o hasta hali. Çünkü evine giderim, asker gibi ilâçlar vardı. 'Bunlar benim askerim, derdi, şunları alayım, biraz kuvvet bulayım diye.' Biliyorum hastalığını. Şimdi yetmişi aşkın bir adamın o akşam hapse böyle hazırlıksız girmesi, sürpriz olarak girmesi beni sarsıyor ve ben onu teselli edeceğime o beni teselli ediyor. Nihayet vapura geldik. Vapurda koluma girdi. 'Enver dedi, senin cesur bir adam olman lâzım. Sen askerî hakimlik yapmış bir insansın. Küçük yaşta Irak'tan muhacir olarak buraya gelmişsin. Niye böyle?' 'Hocam dedim, ben şahsımı değil seni...' 'Bırak yahu dedi, dâva yolunda giden insanlar için bunlar devede kulak şeylerdir. Normaldir. Evvelden hazırdık zaten, biz buna hazırlanmıştık. Onun için üzülme." "Hapse girmemin dört ay geriye bırakılması raporla değil, işlerimi yoluna koyabilmek için Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun verdiği hakka dayanarak yapılmıştır." (Hacaloğlu 2013: 247). Bu karışık durumu Atsız bir mektubunda kısaca şöyle anlatıyor: "Bildiğiniz gibi, ben tevkif olunmuştum. Haksızdı. Çünkü bana daha önce yapılması gereken tebligat yapılmamıştı." (Hacaloğlu 2013: 241). O tarihte Atsız henüz 68 yaşındadır. " Geldik Adliyeye. Adliyede bekliyoruz. 5'i geçmiş olduğu için infaz savcısı Hulusi Bey yok. Nöbetçi savcıya gittik. Nöbetçi savcının yetkisi olmadığı için, dedik 'Hiç olmazsa bu akşam evimize gidelim, yarın gelelim, bu iş düzelir.' Haklı olarak 'Ben nöbetçi savcıyım, bu hususta bir yetki sahibi değilim. Onun için bu gece mecburen Emniyette kalacaksınız.' Bir kolayını bulamadık." "Polis, ben, Hoca geldik Emniyete. Buraya. Şimdi ben Hoca'yı müteferrikaya atacaklar diye üzülüyorum. Polisin elinde evrak, yukarda nöbetçi müdür muavinine teslim edecek. İçeri girdim, Hoca dışarda. Yok, girmedim içeriye, Hoca'ya dedim ki: 'Ben rica edeceğim'. 'Yapma dedi, reddederler üzülürsün. Ben memnunum hayatımdan, dedi. Nerede olursa olsun ben yatarım. Olmazsa, otururum' dedi. 'Hayır Hocam, ben gireceğim' dedim. Girdim içeri, izah ettim Müdür Muavinine, dedim 'Benim bir müvekkilim var. Durum budur. Yarın bu infaz tashih edilecektir. Yanlış bir şey var'. 'Kim dedi, müvekkiliniz?' Dedim, Nihâl Atsız. ‘Ha dedi, o komünist mi?' İzah ettim. Dedim: 'Komünist değil. Bilakis, işte 44 hadiseleri vardır, Türkçülük şudur, budur'. 'Ya dedi, kusura bakmayın, bilmiyordum. Peki, ne istiyorsunuz?' dedi. Dedim ki: 'Müteferrikaya atarsanız hasta bir zattır, bir şey olabilir. Sizden ricamız, bu akşam size misafiriz. Bizi öyle bir yere bırakın ki, hastaya bir şey olmasın.' Nöbetçi komisere telefon etti. Sizde misafir olsun, dedi. Geldik, iki tane komiser oturuyor. Odalarına girdik. Soba yanıyor. Hoca'yı koltuğa oturttular. Kalktılar, elini sıktılar. Ben izah ettim. Biz biliyoruz, dediler. Hoca'nın kim olduğunu. Üzülmeyin dediler, bizim bu akşam misafirimizdir. Hoca kalktı, elimi sıktı, ‘Üzülme dedi, çocukların gözlerinden öperim. Yarın gelsen de olur gelmesen de olur.' 'Yok, dedim Hocam, ben erkenden geleceğim' dedim." "Çıktım. Yolda, ben dedim, Hoca'yı burada bıraktım ama, bu akşam yemeğini yiyemedi, bir şey içmedi. Ben bu halde bıraktım onu. Geldim, şurada köprünün altında bir bakkala uğradım, oradan biraz bisküvi aldım. Meyvacı vardı, biraz meyve aldım. Elimde bir paket yaptım, tekrar Emniyete geldim. Yukarı çıktım. Verdim. Bisküviler, meyvalar. Hoca oturmuş, kah kah gülüyor. Benim içim yanıyor, o gülüyor. Adamın büyüklüğünü o zaman anladım, yetmiş küsur yaşındaki bir adamın metanetini, dâvasına bağlılığını o akşam anladım ve kendimden utandım." "Sabahleyin erkenden geldim Emniyete. Akşamki komiserler değişmiş, başka bir komiser var. Girdim içeriye." "-Ne istiyorsunuz, dedi." "-Ben bu zatın avukatıyım, dedim." "-E, ne istiyorsunuz, dedi. Avukatlık iş yok." "-Bir hata olmuş, ben de geldim, yanında bulunayım." "-Yani, bu infaz hata mı?" "-Evet." "-Eğer siz bunu bugün çıkarabilirseniz ben apoletimi sökerim." "Ben biraz diklenmeye başladım. Hoca bana işaret etti, 'Sakın ha!', orda beni frenledi." "Ben atladım taksiye, yahut dolmuşa, gittim infaz savcılığına. Biraz sonra baktım Hoca, gayet nazik bir polisle geldi oraya. Meğer Hoca'nın tanıdığı başka birisi görmüş Hoca'yı orada. Ha, ben gördüm yolda, dedim ki, böyle böyle bir hadise oldu dedim. 'Yahu bizim Hoca, Nihal Bey mi, benim hocam. Nasıl olur?' dedi. Dedim, 'Komiser bana böyle muamele yaptı, canım sıkıldı. Ben senelerce sorgu hâkimliği yaptım, emniyetle çok münasebetim vardı, böyle bir şeye maruz kalmak beni üzdü.' 'Sen üzülme, ben gider, şimdi onun cevabını veririm' dedi. Ben dolmuşla geldim Adliyeye. Beş dakika geçmedi. Baktım Hoca, bir polisle geldi. Gittik Hulusi Beye. Hulûsi Bey:" "-Kusura bakmayın, dedi, bir yanlışlık olmuş!" "Derhal infazı kaldırdılar. Hocayı aldım geldim." (Deliorman 2000: 284-287).
·
68 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.