Martin Eden'ı, sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim okurken. Martin'i okurken kendime karşı acımasızlığımı da fark ettim. Ben de Martin gibi kendimden ödün vermişim hep. Karanlık odalara hiç sığmamışım. Hep şiirin yelinde kuş gibi özgür uçarken bir avcıya yakalanmışım. Bir kuş daha ne kadar avlanabilir, bir kuş daha ne kadar aynı tuzağa düşebilir? İşte ben hep aynı tuzağa düşen kuş olmuşum. Ben bir döngü olmuşum. Bu kitap tam da psikolojik olarak çöktüğüm bir ana denk geldi. Sanki okumaktan çok yaşıyordum okurken. Kimi zaman kitaptan başımı kaldırıp karşımda Martin varmışçasına konuştum. Sanki yanımdaymış gibi... Martin Eden'ı okuyan insanların çoğu aynı şeyi hissediyorsa ve bu kitap çok okunmuşsa neden karşılaşmazlar bu insanlar? Neden her tanışmanın sonunu bir anlaşılmazlık getirir? Oysa herkes herkesi anlamaya çalışsa bitmez mi bu anlaşılmazlık? En temelde biz de burjuvalar gibi okurken anlamayı ve hissetmeyi unuttuk. En temelde biz insan olmayı unuttuk. En temelde biz bizi unuttuk.