Şöyle ki:
Geniş, yeşil bir sahrada bir aslan yaşarmış. Yırtıcı bir hayvan olmasına rağmen yaralı olduğu için istediği hay- vanları avlayamıyormuş. Bir gün düşünür taşınır, hilekâr tilkiye başvurmaktan başka çare bulamaz. Tilki de şöyle bir teminat verir:
"Hiç merak etme! Ben sana mükemmel bir av bulurum." Hilekâr tilki aç kalmış bir merkebin yanına sokulur ve der ki:
"Zavallı hayvancağız, neden bu kadar açlığa katlanıyorsun? Seni çimenleri bol, suları bereketli güzel bir sahraya götüreyim de sen de istediğin kadar ye, iç! Böylece açlık- tan da kurtulursun."
Merkep, önce kabul etmez. "Ben halime razıyım" der. Fakat sahranın cazibesine dayanamaz, tilkiyle beraber gider. Zümrüt gibi yeşillikler içinde bulunan o güzel yere gider. "İşte fırsat, istediğim gibi yer içerim" diye gaflet içe- risinde dolaşırken ansızın yaralı aslanın hücumuna uğrar.
Bereket versin aslanın pençesinden kıl payı kurtulur ve bir daha o sahraya gitmemeye karar verir.
Kurnaz tilki durur mu? Tekrar merkebin yanına sokulur ve, "Aslan şeklinde gördüğün şey, gerçekte aslan değildi; o tamamen bir hayaldi" diyerek onu bir daha aldatır. Hay- vancağız bir daha çıkar sahraya gider. Bu defa hırsının kur- banı olur; aslanın hücumuna uğrar ve onun sert pençeleri arasında paramparça olur.
Aslan bir ara su içmeye gider, tilki de sokularak merke- bin etinden tırtıklamaya başlar. Aslan oldukça sert ve uya- ncı bir tavırla seslenir: "Tilki! Sakın merkebin beynini yeme! Onu bana bırak!" Tilki de şöyle cevap verir: Eğer onun bey- ni olsaydı, hiç ikinci bir defa aldanıp sana av olur muydu?
İşte nefis ile şeytan da böyle yaralı aslan gibidirler. Bun- lar, tamamıyla insana musallat olamazlar. Bunun için de insanı birtakım hilelerle, vesveselerle avlamak isterler.
Sayfa 232