Uygar insan, pre-kapitalist dönem öncesine dayanır. Kapitalizm ile de gerçek yüzünü gösterir. Eğer uygarlığın gelişimi sınıflararası farkın da göstergesi ise( Kentlerin oluşumu, aletlerin keşfi, yazının bulunuşu ve daha birçok insan keşfi) aynı zamanda kapitalizmle birlikte insanın da ortaya konuluşudur. Sorun salt sınıflararası farktan mı ibaret? Egemen sınıfın bütün tahakküm aygıtları yatay düzlemle belirlenmez, salt egemen tahakküme de bağlanamaz. İnsanın kendisini de bir sorun olarak ortaya koymak gerekir. İnsanın bir özünün olup olmaması sorunu bir yana, insanın varoluşunun özünün arzuya dayanması ve bu arzunun salt eşitlik temeline ya da akıl ile arzunun ölçüsüne dayanmadığını görmek gerekir. Onun vahşi yönü de bitimsiz arzusu da akıl ile olan ölçüsünün eşit bir düzeyde olmamasından ileri gelir. Spinoza’nın deyişiyle, insanı şeytan kandırdı-diyelim- peki şeytanı kim kandırdı? Platon’dan itibaren gördüğümüz şey de budur. İnsan arzusunu ıskalayan, onu küçümseyen bir bakış açısı salt sınıflararası farkla eşitsizliği, hastalığı, savaşı açıklayamaz. Yanılıyor olabilirim ne var ki marxizm de bunu ıskalamıştır. Örneğin insanın gayesinin - tarihsel çizgi ile baktığımızda- özgürlük olduğu sorunu.. İnsan kendinde özgürlüğün telosunu taşımaz. İnsan özgür olmak istiyorsa, tahakküm altında olduğundan dolayıdır. Yine de kolektif bir özgürlük istemi, bireysel arzu çatışmalarını aşamadı. Tarih de bunun göstergesi.