Adil, ona bir öneride bulunmuş ve son derece önemseyerek çıkardığı iki yapraklık gazetede yazmasını istemişti. Bülent de boş bulunup kabul etmişti bu öneriyi, başına gele cekleri nereden bilsin! İlk yazısını götürüp vermiş, sonra yazının yayımlanmadığını görünce Adil'e bunu sormak cesaretini göstermişti. Bu cesaretinin bedelini Adil'in uzun nutuklarına katlanarak çekmek zorunda kalmıştı sonra da! Onun basit bir göçmen gazetesi sandığı şey, aslında tarihsel bir belgeydi. Ilerde devrim müzelerinde sergilenecek değerli bir yayım organıydı o. Sonra gazetenin yönetimi kendisindeydi. Bir çocuğun bile gayet iyi bileceği gibi, gazeteleri yazarlar değil yöneticiler çıkarırlardı, dolayısıyla onların sözü geçerdi. Bu yüzden Bülent'in yazısını yayımlamakla ona bir lütufta bulunuyordu ve bunun ne zaman olacağına ancak o, yani gazete yöneticisi karar verirdi. Bu uzun ve yorucu söylev sonunda Bülent anladı ki Adil kendisini bir gazete patronu, karşısındakini ise onun yanında çalışan bir zavallı olarak görme eğiliminde.