Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Güvenmek
Batı'nın medeniyet tasavvurunda “İnsan, insanın kurdudur." cümlesiyle özetledikleri düşünce tarzı, önemli yer tutar. Zihniyet dünyalarına yön veren baskın eğilimlerden birisi ötekini, olası zararlı görmektir. O nedenle Batı'da bireyin bireyle, bireyin devletle sının belirgin çizgilerle ayırılmıştır. Bu yaklaşım, hayatı keskin kurallara bağlamış, kanun kılıcını merkeze koyan bir toplumsal yapıyı da beraberinde getirmiştir. Bizim kültümüzde ise esas olan hüsnüzandır. Suizan, talidir. Tarihî birikimimiz, bizde kanundan öte hukuku önceleyen adalet anlayışına kapı aralamıştır. Geçmişteki hak yorumumuz, kitabına uydurulmuş işleri kınayan bir gelenek inşa etmiştir. "Geleneğimiz, güncelimize ne denli tesirli?" sorusunun cevabı ise yaşadıklarımızda saklıdır. Yine de kültürün davranışlardaki izi pek kolay kaybolmuyor. Benim nesilim, Alman hesabına hâlâ burun kıvırır. Türk, masada birlikte yenilen yemeğin toplu hesabını ödemek için kasada kavga edendir. İnsan, insanın kurdudur yaklaşımına karşı bizde "İnsan, insanın yurdudur.", "İnsan, insanın ufkudur." gibi söylemler geliştirilmiştir. Bana kalırsa insan, insanın umududur. İnsanlığa dair umutlarımızı ise etrafımızdaki güvenilir kimselere borçluyuz. Her ne kadar bugünlerde güven endeksimiz yerlerde sürünse de mayamız sağlamdır. Kâşgarlı Mahmud'un eserini "Türk'ün diliyle konuşup onların gönlünü alabilenler, düşman korkusundan kurtulacakları güvenli bir sığınağa erişirler." gerekçesiyle takdimi boşa değildir. Yüce Allah'ın bizlere elçi olarak gönderdiği Hz. Muhammed'i peygamberliğe hazırlayan vasfın 'emin' oluşu üzerinde uzun uzun düşünmek gerekir. Ecdadın güvenmeyi önermediği şey ise talihtir. Zira sizden ne zaman yüz çevireceği belirsizdir. Talihle geleni elde tutmanın yolu ise tevazudan geçer. Dedem Korkut'un "Kibir sahiplerini Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan kimsede kısmet durmaz." tembihi kulaklara küpe edilmelidir. Bu bağlamda şairin "Mala mülke mağrur olma, deme var mı ben gibi / Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi!" uyarısını zihnimizin bir kenarına koyalım. Osmanlı sultanlarının Cuma selamlığına çıktıklarında bizzat parayla tutukları kimselerce "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!" nidalarıyla karşılanmaları, tarihimizin yüz akı uygulamalarındandır. Efendim, kişiler arası münasebette güvenin anahtarı, selamdır. Selam, zımnen "Benden sana zarar gelmez." mesajı olup bu doğrultuda muhataba verilen güvenin ilk adımıdır. Eski Türklerde selamlama ve hatır sorma, iç içe geçmiş vaziyette olup köngül ayıtmak, yani "gönül sormak" ifadesiyle anlatılır. Uygurlardan kalan mektuplarda "ırak yerdin yaguk köngülin isinü amranu esengüleyü üküş üküş köngül ayıtu idur biz (Uzak yerden yakın gönülle, samimi şekilde esenlikler diler, bol bol selam yollarız)." türünden özlem dolu hatır sorma kalıplarına rastlanır. Eski Türkçe hatır sorma kalıplarından olan "Könglüng edgümü yening yènikmü (Gönlün iyi mi, tenin hafif mi?)" ifadesinde tenin hafifliğine gönderme yapılması hayli ilginçtir. Türk selamının söz dili yanında bir de beden dili cephesi vardır. Buna göre önce bagır basılır, yani el kalbin üzerine götürülür. Ardından yükünme, yani kafayla kalbi işaret edip hafifçe eğilme işlemi gerçekleştirilir. Unutmadan ekleyelim. Tarihî metinlerde yükün- fiiline "secde etmek" karşılığında da rastlanır. Hatta ilk Müslüman Türkler, "namaz" anlamında bu fiilden türeyen Türkçe yükünç kelimesini tercih etmişlerdir. Bana "Türk Müslümanlığı nedir?" diye sorsalar "Peygamber Efendimiz'e salat ü selam getirirken başı kalbe eğip sağ eli kalbin üzerine koymaktır." diye cevap verirdim. Böylelikle bir yandan dinî aidiyetin gereği yerine getirilirken diğer yandan onu perçinleyen milli kimlik yorumu uygulamaya dâhil edilip daha zarif ve tesirli neticeye ulaşılmış olur. Türk gençlerine tavsiyemdir: 'İki Cihari Serveri'nin adını işittiklerinde dillerinden salavatı, hållerinden Türk selamını eksik etmesinler..
·
62 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.