Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mutlu ve mutsuz anlarda ortak bir sabırsızlık vardır, bilirsiniz. Beklemeye tahammülümüz yoktur, ne olacaksa olsundur iyi veya kötü. Hâlbuki belki yıllarca bir dert çekmişizdir ya da bu mutlu son için ne mutlu günleri geride bırakmışızdır. Belki de ertelemişizdir hep; dur bakalım demişizdir, yarın olsun, bayram olsun, bir uyuyalım, uyanalım... Appelfeld'in bir kitabında geçer: "'Daha fazla bekleyemem, vaktim yok,'' dedi. 'İnsanlar sonsuza dek zamanları varmış gibi uyuyorlar.'" Hiçbir şey sonsuz değil sevgili okur. Bu bakıma sabırsızlanmakta haklıyız. Var olun.
Aharon Appelfeld
Aharon Appelfeld
-
Zor Bir Hayatın Hikayesi
Zor Bir Hayatın Hikayesi
Zor Bir Hayatın Hikayesi
Zor Bir Hayatın Hikayesi
Çevirmen:
Kerem Işık
Kerem Işık
, İş Bankası Yayınları, s.13-15 Köydeki günler uzun, beyaz gecenin derinliklerine uzanıyor. Köyde halı yok, sadece hasır döşemeler var. Misafir odasında bile hasır var. Ayak değer değmez kuru, hışırtılı bir ses çıkarı yor. Annem yanımda oturuyor ve bir karpuz dilimliyor. Köyde restoran ve sinema yok; geç vakte kadar bahçede oturuyor, gece yarılarına kadar süren gün batımını izliyoruz. Uyuklamamak için çok çabalasam da sonunda uykuya dalıyorum. Burada günler ufak sihirlerle dolu. Üç Çingene’den oluşan bir bando aniden bahçeye giriyor ve kemanın hüzünlü ezgileri duyuluyor. Büyükannem sinirlenmiyor; onları iyi tanıyor ve çalmalarına izin veriyor. Nağmeleri giderek beni daha çok üzüyor ve ağlamak istiyorum. Annem yardıma koşuyor ve Çingenelerden durmalarını istiyor ama durmuyorlar. “Bizi durdurmayın! Biz Çingeneler böyle ibadet ederiz!” “Ama çocuk korkuyor,” diye rica ediyor annem. “Korkacak bir şey yok, biz şeytan değiliz.” En sonunda annem onlara para veriyor ve çalmayı kesiyorlar. Çingenelerden biri yanıma gelip şirinlik yapmak istiyor ama annem onu benden uzakta tutuyor. Çingeneler arka bahçeden çıkar çıkmaz bir baca temizleyicisi beliriyor. Uzun boylu, gövdesine siyah halatlar dolamış biri, hemen çalışmaya koyuluyor. Yüzü kurum içinde ve baca boru sunun yanında ayakta durduğunda, annemin ben uyumadan önce okuduğu Grimm Kardeşler öykülerinden fırlamış şeytanları andırıyor. Akşama doğru inekler otlaktan geri dönüyor. Mölemeler, böğürtüler ve toz havayı melankoliyle kaplasa da, başlayan gecelik reçel kaynatma töreni bu havayı hemen dağıtıyor. Erik reçeli, armut erik reçeli, olgun kiraz reçeli; gece boyunca her reçelin önceden belirlenmiş bir saati var. Büyükannem mutfaktan büyük, bakır bir kazan alıp bahçedeki alacakaranlıktan itibaren beslenen ateşin üzerine koyuyor. Artık bakır kazan altın gibi ışıyor. Kaynatma neredeyse bütün gece devam ediyor. Büyükannem tadına bakıp karıştırıyor, defneyaprağı ekliyor ve en sonunda bana bir tabak sıcak reçel veriyor. O tatlılık, bunca zaman heyecan içinde beklemiş olmama rağmen, bu kez beni hiç mutlu etmiyor. Gecenin biteceği ve sabahleyin bir at arabasına binip kente geri döneceğimiz korkusu – işte bu korku beni ele geçiriyor, sinsice mutluluğumu bozuyor. Annemin elini alıp öpüyorum, bir daha bir daha öpüyorum, ta ki, gecenin kokularıyla kendimden geçerek hasırın üzerinde uykuya dalana dek. Köyde annemleyim. Babam kentte, işlerin başında kalıyor ve çıkageldiğinde bana yabancı görünüyor. Annemle birlikte nehrin kenarındaki, ya da başka bir deyişle, Prut Nehri’nin kollarından birinin kenarındaki otlaklara gidiyoruz. Su yavaş yavaş akıyor, berraklık büyüleyici ve insanın ayakları yumuşak toprağa gömülüyor. Yazları günler yavaşça, sanki hiç sona ermeyecekmişçesine uzuyor. Kırka kadar saymayı, çiçek çizmeyi biliyorum ve birkaç gün içinde büyük harflerle ismimi nasıl yazacağımı da öğrenmiş olacağım. Annem beni bir an için bile yalnız bırakmıyor. Yakınlığı öyle harika ki onsuz tek bir an bile beni üzüyor.
··
225 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.