Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Güzelliğe ihtiyacı var dünyanın. Az olsa da, azınlıkta kalsa da buna inananlar, var işte ihtiyacı. Başka türlü katlanılacak gibi değil hiçbir coğrafya. Elizabeth von Arnim, "Güzellik insanı âşık ediyor ve aşk insanı güzelleştiriyordu." diyor. Güzellikle, aşkla, sevgiyle sevgili okur. Güzel bir hafta olsun. Var olun.
Elizabeth Von Arnim
Elizabeth Von Arnim
-
Büyülü Nisan
Büyülü Nisan
Büyülü Nisan
Büyülü Nisan
Filiz Çakır
Filiz Çakır
Çevirmen:
Damla Göl
Damla Göl
, İş Bankası Yayınları, s.247-249 Fakat bir şeyde kararlıydı: Eve gittiğinde yapacağı ilk iş Frederick’le açık açık konuşmaktı. Eğer San Salvatore’ye gelmezse ilk iş olarak bunu yapacaktı. Çok uzun zaman önce yapması gerekirdi ama yapmaya çalıştığında, ona olan aşırı düşkünlüğü ve yaralı, yumuşak kalbinde yeni yaralar açılabileceği korkusu her zaman engel olmuştu. Ama artık, Frederick onu istediği kadar yaralasın, elinden geleni yapsın, yine de onunla konuşacaktı. Frederick hiçbir zaman isteyerek yaralamamıştı onu; hiçbir zaman bilerek yapmadığını, genellikle bunu yaptığından haberi bile olmadığını biliyordu. Kitap yazan birine göre, diye düşündü Rose, Frederick’in pek fazla hayal gücü yok gibiydi. Neyse, dedi kendi kendine, tuvalet masasından kalkarken, işler böyle devam edemezdi. Onunla açık açık konuşacaktı. Bu ayrı hayatlardan, bu dondurucu yalnızlıktan artık usanmıştı. Neden kendisi de mutlu olmasındı? Tanrı aşkına -yüzündeki canlı ifade isyankâr ruh hâliyle uyumluydu- neden kendisi de sevilmesin ve sevmeye izni olmasındı? Küçük saatine baktı. Yemeğe hâlâ on dakika vardı. Odasında oturmaktan bıktığından, bu saatte boş olması gereken Bayan Fisher’ın burçlarına gidip denizden yükselen Ay’ı izleyebileceğini düşündü. Bu niyetle üst katın boş koridoruna çıktı fakat salonun açık duran kapısından yansıyan ateşin ışığı ilgisini çekti. Ne kadar neşeli görünüyordu. Ateş odayı dönüştürmüştü. Gündüz karanlık, çirkin bir odaydı, tıpkı kendisi gibi sıcaklıkla birlikte dönüşmüştü… Hayır, budalalık etmeyecekti, yoksulları düşünecekti; onları düşünmek her zaman ağırbaşlı hâline döndürüverirdi onu. Odaya göz attı. Şöminenin ışığı ve çiçekler… Pencerelerin derin yarıklarının dışında gecenin mavi perdesi asılıydı. Ne kadar güzeldi. San Salvatore ne kadar tatlı bir yerdi. Ve masadaki muhteşem leylak buketine gidip yüzünü içine gömmeliydi… Ama leylakların yanına hiç gidemedi. Onlara doğru bir adım attı ve sonra donup kaldı, çünkü en uzak köşede durup pencereden bakan bir siluet görmüştü ve bu Frederick’ti. Rose’un bedenindeki kanın hepsi birden kalbine hücum etti, sanki kalbi duracaktı. Frederick gelmişti. Rose hiç kıpırdamadı. Frederick onu duymamıştı. Dönüp bakmadı. Rose olduğu yerde dikilip ona bakıyordu. Mucize gerçekleşmiş ve Frederick gelmişti. Rose nefesini tutarak dikildi. Demek onun da kendisine ihtiyacı vardı çünkü hemen gelmişti. Frederick de onu düşünüyor, özlüyor olmalıydı… Atmaktan vazgeçmiş gibi görünen kalbi şu an hızla çarparak onu bunaltıyordu. Öyleyse Frederick onu seviyordu - onu seviyor olmalıydı, yoksa niye gelsindi? Bir şey, belki de Rose'un yokluğu, ona dönmesine, onu istemesine neden olmuştu… Ve şimdi bunu anladıktan sonra Rose’un karar verdiği şeyi yapması gayet kolay… Gayet kolay… Düşünmeye devam edemeyecekti. Zihni kekeliyordu. Düşünemiyordu. Yalnızca görebiliyor ve hissedebiliyordu. Nasıl gerçekleştiğini hiç bilmiyordu. Bu bir mucizeydi. Tanrı mucizeler yaratabilirdi. Bunu da Tanrı yapmıştı. Tanrı yapabilirdi… Tanrı yapabilirdi… Bunu yapabilirdi… Zihni yine kekeledi ve durdu. “Frederick…” demeye çalıştı ama sesi çıkmadı ya da ateşin çıtırtısı sesini bastırdı. Daha yakına gitmeliydi. Sürünürcesine ona doğru gitmeye başladı, yavaş yavaş. Frederick kıpırdamadı. Duymamıştı. Ağır ağır yaklaştı, ateş çıtırdadı ama Frederick hiçbir şey duymadı. Rose bir an için durdu, nefes alamıyordu. Korkuyordu. Sanmıştı ki o… sanmıştı ki o… Ah, ama gelmişti, gelmişti. İlerlemeye devam etti, ona iyice yaklaştı ve kalbi öyle yüksek sesle çarpıyordu ki Frederick’in de duyabileceğini düşündü. Frederick hissedemiyor muydu... bilmiyor muydu… “Frederick,” diye fısıldadı, çılgınca çarpan kalbi yüzünden boğulacak gibi olduğundan fısıldamayı zorlukla başarabilmişti. Frederick aniden döndü. “Rose!” diye haykırdı boş boş bakarak. Ama Rose onun bakışlarını görmedi çünkü kollarını boynuna dolamış, yanağını yanağına yaslamıştı ve kulağına dayadığı dudakları şöyle fısıldıyordu: “Geleceğini biliyordum… Kalbimin derinliklerinde her zaman biliyordum geleceğini…” ...
··
145 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.