Gönderi

Olayların Mekânı Romanın geniş mekânı bütün bir bozkırdır. Ötüken'deki çadır şehir, Çin Seddi, başkent Siganfu, Vey kıyıları ayrıntılara girilmeden verilir. Dar mekân olarak eserde yer alan Ötüken'deki bazı çadırlar ile üstü örtülü alış veriş merkezi, Kıraç Ata'nın yaşadığı mağara, Siganfu'daki birkaç ev, paralı gösterilerin yapıldığı bina ve Çin sarayı ayrıntıları verilmeyen yerlerdir. Denilebilir ki Atsız ayrıntılı mekân tasvirlerini bilerek tercih etmemiştir. Bence bunun iki sebebi vardır: 1) O devrin özellikle dar mekânları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olunmadığı için sun'i ve yanlış tasvirlerle tarihi doğru yansıtamama endişesi. 2) Ayrıntılı mekân tasvirleriyle aksiyonu yavaşlatma endişesi. Bozkurtların Ölümü'nde Çin başkentinin adı Siganfu olarak geçmektedir. Oysa Kök Türkler zamanında başkentin adı Çan-an'dır. Çang-an, Ming hanedanı zamanında, 14. yüzyılda yeniden düzenlenmiş ve Hsian Fu adını almıştır (Baykuzu 2016: 113). 19. yüzyıl Sinologlarında da muhtemelen bu isim kullanılmıştır. Atsız'da kullanılan isim de, Ming dönemindeki isimden çıkmış olmalıdır." Şehrin bugünkü adı Şian'dır. Esas mekân olan bozkır, ayrıntılı tasvirlerle anlatılmamakla birlikte romanda çok önemli yer tutar. Sanki eserin ana kahramanlarından biri gibidir; âdeta bir ruhu vardır. Atsız'ın romanlarını inceleyen Cihan Özdemir bu özelliği tespit eder ve haklı olarak vurgular: "Bozkurtların Ölümü'nde olay örgüsünün hâkim mekânı olan 'sonsuz bozkır', sadece üzerinde insanların yaşadığı basit bir mekân değil; âdeta fiziksel varlığının yanı sıra ruh ve bilince de sahip 'kutsal bir güç gibi tasvir edilir (yer-sub ruhları). Üzerindekiler (Göktürkler), 'Tanrı'nın yasası'na ve 'töre'ye aykırı davrandıkları zaman, mekân (tabiat) harekete geçer ve Tanrı'nın gazap aletine dönüşerek onları müthiş biçimde cezalandırır." (Özdemir 2007: 360-361). Eski Türkler, tabiatın ve tabiat varlıklarının canlılar gibi ruh taşıdıklarına inanırlardı. Hatta büyük varlıklara tanrı derlerdi. Bu anlayışı Kâşgarlı Mahmud tespit etmiştir. Kâşgarlı, Teŋri kelimesine önce "yüce ve aziz Allah" anlamını verir; sonra da şöyle der: "Kâfirler -yüce Tanrı onları yok etsingöğe teŋri derler. Aynı şekilde gözlerine büyük görünen dağ, ağaç gibi şeylere de teŋri adını verirler ve bu gibi şeylere secde ederler." (Ercilasun-Akkoyunlu 2014: 501). Özdemir eserden örnekler vererek görüşünü destekler. Birinci örnek 621 yılında bir yaz gecesi çıkan müthiş fırtınadır. Yüzbaşı Işbara Alp Tanrı'nın Türklere kızdığını düşünür. Romandan okuyalım: "Işbara Alp başını göğe kaldırdı. Dün geceki uğursuz kara bulutu aradı. Boşa attığı oku düşündü. Geceki borayı, fırtınayı, doluyu göz önünden geçirdi. 'Tanrı ulu kağanımızı alarak bizden yüz çevirdi!" dedi.” (s. 16-17). Romanın başındaki fırtına son derece etkileyici bir dille anlatılmıştır. Kök Türk erleri sellerle boğuşmaktadır. Onbaşı Yamtar kemerini bir kayanın ucuna takmış, selden kurtulmaya çalışmaktadır. Bir er de Yamtar'a tutunmuştur. Birbirlerine tutunarak selden kurtulmaya çalışanların sayısı yirmiyi bulmuştur. Kayanın ucuna takılı kemer kopmak üzeredir. Yüzbaşı Işbara Alp durumu görür ve "Kurt Kaya, elini çöz!..." diye bağırır. Kurt Kaya, Yamtar'ın ardına yapışan erlerin onuncusudur. Buyruğa uyar, elini çözer ve on er birden sellere kapılıp gider (s. 13). Bu sahne okuyucuyu alıp götürür. Romanı okuyanların hiç aklından çıkmayan cümlelerden biridir bu. Fedakârlık ve emre itaatin en uç örneklerinden biri. Fakat burada "emre itaat ve arkadaşları için kendini feda etme" temasının zemininde, kudurmuş bir tabiat vardır; yazıcı tabiatın öfkesini bütün dehşetiyle verir. Tam 13 can alan fırtına kısa zamanda durmuş, yağmur dinmiştir. "Türkeli'nin her şeyi bağrında eriten toprağı, yüzyıllarca durmadan kanla beslenen bozkırların toprağı sanki bu suları bir anda içmişti. Topraktan ince bir buğu yükseliyor, yükseklerde iri kuşlar uçuşuyordu." (s. 16). Romandan etkilenen birçok kişi Atsız'ın o coğrafyada yaşamış olabileceğini düşünmüştür. Atsız oralara hiç gitmedi. Fakat 1990 yılında ben orada bulundum ve bu şiddetli yağışı orada yaşadım. Altaylar dizisi çekimi için TRT ekibi olarak Moğolistan'dayız. 13 Ağustos 1990 Pazartesi. Moğolistan radyo-televizyon kurumunun bize tahsis ettiği bir otobüsle bozkırda yol alıyoruz. Türk bengü taşlarına doğru gidiyoruz. Müthiş bir yağmur var. Patika yollar sel olmuş akıyor. Mecburen araziye sapıyoruz ve olan oluyor, çamura saplanıyoruz. Bir saat içinde etraf günlük güneşlik oldu ama biz otobüsü kurtarmak için birkaç saat uğraştık (Ercilasun 1991: 25). Evet, bozkır, romanda o kadar önemlidir ki bölümlerden biri "Bozkır Yasası" adını taşır. Onbaşı Burguçan, Tulu'nun, Çin ile iş birliği yapan adamlarıyla vuruşur. Ağır yaralıdır ve bozkırda tek başına can vermektedir. Oradan geçmekte olan Bögü Alp, yaralı Burguçan'ı görür. Başını kolları arasına alır. Burguçan son nefesini verirken "Bozkır yasası" der. Yazıcı devam eder: "Yasa, yasaya baş eğen oğullarından Burguçan'ı almıştı...” (s. 149). Bozkır yasası budur, üzerinde yaşayan yiğitleri yutar. Bu, bazen bozkırda birileriyle karşılaşıp dövüşürken olur; bazen de orduların birbirine girmesiyle: "Yorgunluktan ölü gibiydiler. Zaten çoğu yaralı ve aç olan bu çeriler birer birer attan düşüyorlar, ebedi bozkırı kanlarıyla süsliyerek can verip gidiyorlardı." (s. 201). Ve Atsız'ın vazgeçilmez mekânı: Tanrı Dağı. Atsız ülküsünün âdeta cennetidir Tanrı Dağı ve bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bozkurtların Ölümü'nde de Tanrı Dağı en son mekândır. Saray baskınında kahramanca ölen 41 şehidin ruhu Tanrı Dağı'na yükselir.
41 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.