Gönderi

İnsan gövdesi üstüne çok şey yazıldı, yine de kökeni ve işleyişi üstüne her şeyi bilmiyoruz. Kimileri insan gövdesini bir anakara ya da bir ada gibi tanımlamak arasında kararsız kalırlar; bunun nedeni, hem bir anakaranın karmaşıklıklarına sahip olması, hem de adalar gibi yalnız olmasıdır. İnsan gövdesi öylesine eskidir ki, onu hor kullanılmış, buzul çağlarına, depremlere, iç patlamalara -ki bunlar ondan, düzeneksel işlevler yanında, coşkusuzca yinelenen her şeyi almak için yararlandılar-, karşın yaşamayı sürdürmeyi başarmış bir anakaraya benzetilebilir. Kendi gövdeme baktım; yatağın üstünde soyundum ve ne gördüğüme baktım: Engebeli bir yüzey, karna doğru gittikçe bozuluyor. Orada aşağıda, bacaklarımın arasında, otluk bir alan var, onun altında da bir delik; orada kimi zaman zevke, kimi zaman acıya, ama her zaman umutsuzluğa açılan bir mağara gizleniyor. Yukarılarda, yakından bakılınca, ana karaların çölümsü bölgelerinden biri seçiliyor, biz buraya göğüs diyoruz. Benimkinin içinde gizli bir yumru yaşıyor; memelerimden birini içeriden emiyor. Bundan henüz kimseye sözetmedim. Şimdi bu gövdeyi kazar, içeri doğru bir yol açarsak, yine çok eski, aşırı biçimde özelleşmiş organlar keşfederiz. İçlerinden birinin ölmesi, ötekilerin tümünün yıkımına yol açar. Bu anakara kimin? Kim yaşıyor onda? Acı, düşler, korku. Ayrıca, onu karmaşık ve yalnız yaşayan biri yapan iç organlar.
Sayfa 85 - CanKitabı okudu
·
18 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.