Resûlullâh (sa) Hazret-i Hafsa’nın hânesinde iken vücûd-ı behbûd-ı Peygamberîlerine ârız olan râhatsızlıktan dolayı ümmü’l-mü’minîn Hazret-i Ayişe (r.anhâ) sâir ümmehât-ı mü’minîni istirzâ edip Resûl-i muhterem (sa) Efendimiz hazretleri beyt-i semâ-peyvest-i Ayişe’yi teşrîf buyurdular.
Buhârî-i Şerîf’de mastûr olup müşârun-ileyhâdan muan’anen
mervî bulunduğu üzere Resûlullâh (sa) Efendimiz hazretlerine üç
defa iğmâ ârız olup her defasında ifâkat buldukları zaman “vakti salat hulul etti mi?!” sûretiyle vukū’ bulan suâl-i Nebevîlerine
cevâben mâh-ı tâbân-ı Muhammedî (sa) etrâfında hâle-âsâ mevcûd bulunanlar evet yâ Resûlallâh (sa) cevâbıyla mukābelede bulunmaları üzerine “Ebûbekir’e söyleyin nâmazı kıldırsın” emr-i saâdeti sudûr eyledi.
Hazret-i Ayişe (r. anhâ) Resûlullâh (sa) maraz-ı mevtinde pederi
Ebûbekr (ra)’nın makām-ı Peygamberîde görünmesi ashâb-ı kirâmın sû’-i nazarlarını mûcib olacağı mütâlaa-i zâhir-bînânesi
ihtirâzıyla “Yâ Resûlallâh pederim Ebûbekr’in rikkat-i kalbi vardır. Sizin makāmınıza geçerse kırâet-i Kur’ân’a muktedir olamaz.” cevâbıyla vâki’ olan üç defa iğmâyı müteâkıb tekerrür eden ayn-ı suâl-i Peygamberîyi karşıladı.
Üçüncü defada Peygamberimiz (sa) Efendimiz hazretleri “Ya Ayişe ! Sus; Yusufa akıl hocalığı yapanlar da siz idiniz!” buyurmuşlardır.
Ma’lûm-ı erbâb-ı mütâlaadır ki kıssa-i Yûsuf’u hâkî olan Sûre-i
celîle-i Yûsuf’da beyân buyurulduğu vech üzere Züleyhâ hüsn-i
tahammül-sûz-ı Yûsuf’a karşı mağlûb olarak perde-i ismeti tecâvüz eyleyip kibâr âileleri arasında sermâye-i makāl olmuş idi.
Züleyhâ bu bâr-ı ta’yîb altından kurtulmak için cümlesini da’vet
ile Yûsuf’u kendilerine göstermiş ve bundan sonra Züleyhâ’yı
ma’zûr görmüşler ve hepsini Yûsuf’un kâlâ-yı vuslatına sarf-ı
nakdîne-i mâ-hasal eylemekde bulunmuşlar idi ki bu fikirlerini
Yûsuf’a açık söylemeyecekleri için bilâhare kendileri hesâbına
olarak evvelâ Yûsuf’a Züleyhâ’ya mukābelede bulunmaması
kendisi için netâyic-i meş’ûme tevlîd edeceğini öne sürmeye
başladılar. Ve bu bâbda nesâyıh-ı hayr-hâhânede bulunmak için
hepsi ayrı ayrı Yûsuf’u da’vet ediyorlar idi ki bunlar mâ fi’zzamîrlerini doğrudan doğruya söylemiyorlar ve bir vaz’iyyet-i
ca’liyye alıyorlar idi.
Hazret-i Ayişe (r.anhâ)’nın dahi böyle bir mülâhaza-i mahsûsa
ve mahdûdede bulunması ve mâ fi’z-zamîrini setr etmekdeki
vaz’iyyetini Peygamberimiz (sa) Efendimiz hazretleri **Yusufa
ders vermek isteyen kadınlar** ile ta’bîr ve ifâde buyurmuştur ki
derece-i zarâfet ü ulviyyetini tasrîh bî-lüzûmdur.