Gönderi

Ruh Adam'da Dil ve Şiir: Ruh tahlillerinin ve bir psikolojik romanın bu kadar akıcı ve anlaşılır bir dille yazılmış olması, bana öyle geliyor ki, sadece Atsız nesrinin başarabileceği bir iştir. Eserde evet, işmizaz, muhayyele, muhassala, istihfaf, ihfâ, garâmî, cemad, tarziye gibi bugün artık seyrek kullanılan, gençler tarafından pek bilinmeyen kelimeler vardır. Fakat bu gibi kelimeler çok azdır ve sadece birer ikişer defa geçmektedir. Bunlar ve sıkça kullanılan muttarid kelimesi 1950'lerin, 1970'lerin okumuşları için hiç de yabancı değildir. Fikret'in ünlü şiirindeki “Küçük, muttarid, muhteriz darbeler" mısraı her aydının ezberindedir. Bunlara karşılık bugün daha çok an / en ekiyle yapılan sıfatlar yerine içi/ici ekiyle yapılan sıfatların (ürpertici, örseleyici, kamaştırıcı...); bugün daha çok ma / me ekiyle yapılan isimler yerine ış / iş ekiyle yapılan isimlerin (seziş, özleyiş, gülümseyiş, dürtüş, sıyrılış, saldırış...) kullanılması, esere Türkçe açısından bir duruluk katmaktadır. Ve şiir. Atsız'ın romanlarından eksik olmayan mısralar. “Yazının askercesi olan mısralar." (s. 244). Atsız, Bozkurtların Ölümü'nde, kopuz eşliğinde Kara Ozan'a ve Çuçu'ya söyletir şiirlerini, burada romanın kahramanlarına. “Selim Pusat, askerî lise talebesi olduğu zamanlardan beri şiir yazardı. Harb Okulu'nda bu merak devam etmiş, subaylığı sırasında da şiirle uğraşacak vakit bulabilmişti. Fakat Harb Akademisi'ne girince her şeyi bırakmış ve sanatların en ciddîsi, güzel sanatların en üstünü olarak harp sanatını kabul etmişti... Ayşe kendisine şair olduğunu hatırlatınca eski yazılarını hafızasında bulmaya çalıştı:" "Aşkınla senin bunca gönül etmede nâle... Uğrunda akan göz yaşımız oldu şelâle. Onmaz kara sevdamızı kan söndürecektir..." "Bunlarda ne vardı? Hiç... İçinde aruzun âhenginden başka bir şey bulunmayan bu mısraları Selim gülünç buldu." (s. 7071). Sonra o beş kıt'a. Çamlı Koru'daki kanepede, görünmeyen kadının okuduğu şiir: Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder... Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver! Yoktur öte âlemde de kurtulmaya bir yer! Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın... (s. 76) Selim Pusat’ı ürperten, günlerce, aylarca aklını ve hafızasını meşgul eden, sonra da onu vazgeçilemez şekilde o büyük aşka iten mısralar... Selim sonunda sesin sahibini bulacaktır. Güntülü'dür bu. Görünmeyen kadının sesindeki ahenkle aynı şiirden iki kıt'a daha okumuştur: Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş; Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş. Gökten gelerek gönlüne rüzgâr gibi inmiş; Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın... Anlatması imkânsız olan öyle bir an ki, Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki... Bak emrediyor: Daldığın âlemden uyan ki Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın. (s. 140) Son mısraı dinleyince Selim, yıldırımla vurulmuşa dönmüştür. Sadece görünmeyen kadının sesinin ahengi değil, şiir de aynıdır. Yani görünmeyen kadın Güntülü'dür. Selim şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşamaktadır. Çünkü Güntülü bu şiirin Selim tarafından yazıldığını söylemiştir. Üstelik "Unuttuğunuza göre bin yıl önce yazmış olacaksınız." diyerek. Ve nihayet o ünlü şiir: Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi alevden? Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu... (s. 246) Romanın yayımlanışından yıllarca önce, 03 Ağustos 1951'de Orkun dergisinde yer alan şiir. Yolların Sonu'nda "Geri Gelen Mektup" adını alacak olan şiir. "Selim gözlerinden perde kalkan bir insan gibi gerçekleri görmeye başlıyordu. Artık hiçbir şüphesi kalmamıştı: Güntülü, aşk konusunu şuuraltına atmış bulunan Selim'e karşı taarruza geçmiş, hem güzelliğini, hem zekâsını kullanarak kendisini zorla, evet zorla sevdirmişti." (s. 208). Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu... Aslında Selim farkına varmadan, bir süredir bu şiiri yazıyordu. Şiirin bir mısraını da masasındaki notları arasında unutmuştu: Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım... (s. 243) Ayşe Pusat bu mısraı görünce "Acaba Selim bir aşkın eşiğinde mi bulunuyordu?" diye düşünmüştü. Sonra da bu düşüncesinden vazgeçmişti. Fakat Selim'in kaderi iki bin yıl önce çizilmişti. "Mutlak sevecekti, bundan kaçamazdı.” Artık o, ışık etrafında uçup dönen bir pervane idi. Pervane gibi kendini ışığa atıp yanacaktı; aşkını gizleyemezdi: Pervane olan kendini gizler mi alevden? Gizlemedi ve şiiri Güntülü'ye gönderdi. Fakat gönderdiğini bilmiyordu. Mektup geri gelince şiiri yazdığını ve Güntülü'ye gönderdiğini hatırladı. Göndermeye mecburdu; "iki bin yıl önceki macera tekrarlanıyordu.” (s. 247). *** Ruh Adam, son derece orijinal ve şaşırtıcı kurgusuyla, efsanevi Uygur hikâyesiyle, ihtişamlı mahşer sahnesiyle, gerçek ve hayalî olayları, aralarında fark yokmuş gibi birbirine karıştırarak düzenlemesiyle, zamanlar aşırı bağlantılarıyla, son derece yalın bir dille anlatılan ruh tahlilleriyle, ruh tahlillerinin çok ötesinde hayallerin ve ruhların hadiseler içinde cevelan etmesiyle, diliyle, şiiriyle olağan üstü bir sanat eseridir.
·
58 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.