Gönderi

1960 ve 1970'lerdeki kalem kavgaları: 1960'ların başında Atsız Orkun'da ve Millî Yol'da yazmaktadır. Bedii Faik'in 18 Şubat 1962 tarihli Dünya gazetesinde, 1944 olaylarından bahsederek Atsız ve arkadaşlarını Naziler safında savaşmak üzere hükümeti ele geçirmekle suçlaması üzerine Millî Yol'un 6. sayısında (2 Mart 1962) "Şerefli (!) Basın" başlıklı bir yazı yazar. Korkaklık, Atsız'ın nefret ettiği özelliklerden biridir. Bedii Faik'e de korkaklığını hatırlatır: "Bedii Faik deyince, tabiî akla derhal Mükerrem Sarol geliyor ve hafızalar bu devrimbaz gazetecinin Mükerrem Sarol'a da yazıyla hakaret ettiği için tevkif edildiğini, fakat kendisinde yürek Selanik olmak dolayısıyla Mükerrem Sarol'a yalvarıp yakararak ve tarziye vererek onun tarafından affolunmak suretiyle hapisten kurtulduğunu hatırlıyor." (s. 5). Akılsızlık da Atsız'ın aşağılamak için kullandığı sıfatlardan biridir. Fakat doğrudan doğruya "akılsız" demek Atsız'ın üslubu için yeterli değildir. Muhatabının akılsızlığını şöyle dile getiriyor Atsız: "Benim ve bana uyanların Naziler safından savaşmak üzere hükûmeti ele geçirmek istediğimiz yavesine, kafasının içinde herhangi bir primat kadar zekâ bulunanların inanmayacağı tabiîdir." (s. 5). Bedii Faik, Atsız'ın edebî yönüne de hücum etmiştir. Atsız'ın cevabı ilginçtir: "Bir de bu cevap dolayısıyla hakkımdaki bir fikrini düzelterek Bedii Faik'e bir ders vermek istiyorum; derse ihtiyacı var: Benim, Türk edebiyatında bir salyangoz kadar bile iz bırakmayacağımı söylüyor. Hattâ belki o kadar bile değil de hiçbir iz bırakmayacağım. Ancak, bunu tayin edecek olanlar Bedii Faik gibi üniversiteyi bitiremeyenler değil, edebiyat tarihçileri ve hepsinin üstünde de zamandır... Yine de şu da muhakkak ki edebiyatta hiç hatırlanmamak, basın tarihinde baykuş gibi ebediyen hatırlanmaktan çok şereflidir (s. 12). 1964 başında yayın hayatına başlayan Ötüken dergisinde de Atsız'ın birçok kalem kavgası vardır. Bunlar çoğunlukla Nurculara ve dinci yobazlara karşı yazılmıştır. İlk sayılarda Ali Fuat Başgil'e karşı da tenkit yazıları vardır. Aslında Atsız'ın Ali Fuat Başgil'e karşı ilk yazısı, 15 Ekim 1961'de yayımladığı Ordinaryüsün Fahiş Yanlışları adlı broşürdür. Muhafazakârlar tarafında cumhurbaşkanlığına da aday gösterilen Başgil'in, 7 Ekim 1961 tarihli Son Havadis'te yazdığı bir yazıda Türkiye Türklerini “muhtelif din, dil, tarih ve ırktan birçok millet elemanlarının asırlar içinde ve İslâm kültürü kazanında kaynayıp hâl ve hamur olmasından meydana gelmiş mürekkep bir millet" olarak tanımlaması; hem beden, hem de ruh bakımından "Orta Asya"lılardan farklı kabul etmesi üzerine Atsız, adı geçen broşürü yayımlamıştır. Yazının başlığındaki “fahiş” kelimesi bile Atsız'ın üslubundaki sertliği gösterecek niteliktedir. Kelime, anlamı (ölçüyü aşacak derecede aşırı) ile olduğu kadar, taşıdığı seslerdeki gücü ve çağrışımı ile de hayli serttir. Bir dil ve edebiyat ustası olan Atsız, kelimedeki bu özelliklerin hiç şüphesiz farkındaydı. Ali Fuat Başgil'in, 30 Kasım 1963 tarihli Yeni İstanbul'da yazdığı "Milliyetçilik Bahsi” başlıklı yazıda aynı fikirleri tekrarlaması ve Atsız'dan "nâdan" diye bahsetmesi üzerine Atsız da yeniden kaleme sarılmış ve Ötüken'in ikinci sayısında “Uydurma Milliyetçilik” başlıklı yazıyla ona cevap vermiştir. Ötüken dergisinde çıkan kalem kavgalarını burada tek tek incelemeyeceğim. Çünkü ilgili bölümlerde konu ve fikirler ele alınmıştır ve alınacaktır. Burada sadece Atsız'ın polemik üslubunu gösteren bazı alıntılar yapacağım. 1961'deki yazısında sert sözlerle Başgil'in gafletini dile getirir: "Demek ki bilgin olmak gafil olmaya mâni değilmiş... Ordinaryus, cumhurbaşkanı adaylarındandır. Bir cumhurbaşkanı düşününüz ki kendi milleti hakkındaki fikri Kremlin'in parçalayıcı fikirlerine tipatıp uymaktadir ve bunu hainliğinden değil; gafletinden, bilgisizliğinden yapmaktadır. Bundan büyük felâket olur mu?" (Atsız 1992 III: 410). "Başgil bilginmiş, uluslar arası çapta imiş... Bana ne? İsterse yıldızlar arası çapta olsun. Millî şuura malik olmadıktan sonra ben onun bilginliğini ne yapayım? Türklük hakkında müspet bir fikri olmayacak olduktan sonra dünyada Ali Fuat Başgil'e bile hocalık edecek nice anayasa profesörü bulunabilir. Yazık Türk milletine..." (Atsız 1992 III: 413) "Uydurma Milliyetçilik" yazısında daha serttir; Başgil'i sarhoşlukla suçlar: Zavallı ihtiyar sarhoş!... Sanki bir imparatorluktaki unsurlardan hepsinin birbiriyle karışması kaçınılmaz bir kadermiş gibi düşünerek; Selçukluların, İlhanlıların, Moskof savaşlarının Anadolu'ya yığdığı Türklerden habersiz olarak ve hayâlinde yarattığı ırklar kaynaşmasını gerçek sanarak, şahsım için 'nâdan' diyor ve bu yazıyı yazarken de ayık olmadığını ispat için bana, İngiliz ve Fransız müelliflerinden parçalar naklettiriyor." (Ötüken 2, 14 Şubat 1964: 7). "Nurculuk Denen Sayıklama" yazısında Saidi Nursî'nin cahilliğini vurgular; "Bedîüzzaman” unvanıyla alay eder: "Saîdi Nursî denilen adam, eskiden Saîdi Kürdî diye birtakım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinde bir Kürttür... Bu cakacı Kürt kendisine 'Bedîüzzaman' demekte, müritleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bediüzzaman 'zamının hârikası' demektir. Kürt Said, cidden zamanın hârikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın hârikası, bundan daha fazla olarak da on binlerce, belki yüz binlerce Türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın hârikasıdır." (Ötüken 3, 16 Mart 1964: 1). Atsız, Saidi Nursî'ye inanıp peşinden giden Türk ve Müslümanlara da sert sözlerle çıkışmaktan çekinmez: "Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:" "Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türk'seniz, hangi sebeple cahil bir Kürd'ün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda 'Türkçe de dil mi?' diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim bir Müslümansınız ki, cahil bir Kürt'ün telkini ile evlenmeyi lânetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürt'ün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyu kutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın." (Ötüken 3, 16 Mart 1964: 4). Atsız, Türkçülük ve Turancılık aleyhinde bulunan herkese şiddetle karşılık verir. Orhan Seyfi gibi vaktiyle Türkçülük yapmış biri olsa da, Faruk Güventürk gibi eski bir dostu olsa da. Laiklik ve İslâmiyet adlı bir broşür çıkararak Turancılığı hain düşünceler arasında sayan Faruk Güventürk'e karşı yazdığı "Turancılık ve Faruk Güventürk” başlıklı yazıda Güventürk'e bildiği konularda kalem oynatmasını ihtar eder. "Bu teessürle eski bir dost olarak sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Bilir bilmez her konuya karışmaktan, her marifet dalında kalem oynatmaktan vazgeç. Sen ne Mevlânâ'yı bilirsin, ne de Kur'an'ı."... "Bir de şunu ekleyelim: Turancılık aleyhindeki çirkin isnadını geri alarak kendi kendini inkâr etmiş duruma düşmekten kurtul. Bunu yapmazsan seni artık bir dost olarak kabul etmekte mazurum. O zaman belki daha başka söyleyeceklerim de bulunacaktır." (Ötüken 54, Haziran 1968: 5). Görüldüğü gibi yine emir kipleriyle muhatabına seslenmekte ve ona ihtarlarda bulunmaktadır. Atsız, açık bir insandır. Kutsal bildiği fikirlere, ülküsüne hainlik isnat eden kimselerle dost olamayacağını da kamuoyu önünde, açıkça söylemekten çekinmez."Türkçülüğe karşı Yobazlık" (Ötüken 75, Mart 1970) ile "Yobazlık Bir Fikir Müstehâsesidir” (Ötüken 88, Kasım 1970) başlıklı iki yazısı da Atsız'ın önemli polemikleri arasındadır. Bu yazılarda Atsız, yobazlıklara karşı kendi düşüncelerini açıklamıştır. Atsız'ın polemik üslubunu göstermek üzere son olarak "Zâde' Değil, 'Oğul"" yazısından bazı örnekler verelim. Tercüman gazetesinde Kemâl Ayaldı'nın, Atsız'ın Aşıkpaşaoğlu Tarihi adlı eserinde "oğlu" kelimesini kullanmasını amiyane bir tarzda eleştirmesine karşılık Atsız gerekli ilmî cevabı verirken şunları söyler: "Kemâl Ayaldı'nın (yani tenkid sahibinin) Türkoloji alanında hiçbir şey bilmediği, bu yazıyı gelişigüzel sırf boy göstermek için yazdığı her satırından belli oluyor. Bilhassa böyle bir yazıda bulunması gereken ciddiyetten mahrum oluşu, Âşıkpaşaoğlu yerine Tutkunorbayoğlu demek gerekir kabilinden şaklabanlıklar etmesi ele almak istediği konunun vekarına tezat teşkil ediyor. Şimdi ona bazı şeyler öğretmek için aşağıdaki satırları yazıyorum." (Ötüken 82, Ekim 1970: 3). Atsız'ın polemik yazılarında üst perdeden konuşması, rakibini "boy göstermek", "şaklabanlık" gibi kelimelerle aşağılaması burada da görülüyor. Şu cümleler de kendinden emin ve üst perdeden konuşmanin güzel örnekleridir: "Bu şairlerin asıl adları başkadır. Ben burada söylemeyeyim de kendisi bir bilene sorup öğrensin, belki o zaman aklında iyi kalır da müstakbel tenkidlerinde daha başarılı olur." (s. 4). Yazının ilerleyen bölümlerinde "Ne şahane fikir... Ne muhteşem prensip..." gibi alaylı ifadeler yer alıyor ve yazı "vurgunculuk, şamar, haysiyet(sizlik), kalem oynatmak" gibi vurucu ifadelerin yer aldığı şu cümlelerle bitiyor: "Şimdi sözü bitirelim: Ticarette vurgunculuk olur ama ilimde olmaz. Ayrıca emek çekilerek hazırlanmış bir kitabı on dakikalık çırpıştırma ile yok etmeye kalkanlar ilmin sert şamarını yerler ve ilmî haysiyetleri varsa bundan sonra okuyup öğrenmeden, bir konuya nüfuz etmeden kalem oynatmaya kalkmazlar." (s. 5).
2,476 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.