Gönderi

Deli Kurt'ta Dil ve Üslup: Atsız'ın diğer tarihî romanlarında olduğu gibi bu romanda da dil son derece sade, üslup çok akıcıdır. Eserde kısa cümlelerle çok açık ve anlaşılır bir tahkiye üslubu kullanılmıştır. Tabii olarak diyaloglara da sık başvurulmuştur. Diyaloglar uzatılmaz, kısa konuşmalarla devam eder. Tasvir ve tahliller çok azdır. Bozkurtlar'da görülen uzun savaş tasvirleri de yoktur. Eserde birçok savaş olduğu hâlde vuruşmalar ayrıntılı olarak anlatılmaz. Olaylar üçüncü şahıs ağzından anlatılır. Esere bilinen geçmiş zaman ve hikâye kipleri hâkimdir: "Bir aralık, geriden sesler işitir gibi oldu. Kağnı tekerleklerinin gıcırtısı iyi dinlemeğe engel olmasın diye arabayı durdurdu. Gerileri dinledi. Ses yoktu. Geniş bir soluk aldı." (s. 6). "Ertesi gün güneş doğmadan üç sipahi yola koyuldu. İzin zamanı olmadığı için obada ancak bir iki gece kalıp döneceklerdi. Bu yüzden dörtnala gidiyorlardı. Bir iki kısa mola vermişler, yolun düzgün olduğu bir yerde de yarışmışlardı." (s. 98). Eserin herhangi bir yerinden rastgele bir yer açılabilir. Aynı sade ve akıcı üslupla karşılaşılacaktır. Geçmiş zaman ve hikâye kipleri ile olaylar akıp gider. Bir veya iki kelimelik cümleler, hatta birkaç kelimelik paragraflar eserin temposunu devamlı hızlı tutar: "Mola çok kısa sürdü. Öğleyin Manisa'ya yaklaşmışlardı. Bir buyrukla yürüyüş kolu durdu, ikinci buyrukla saf haline girdi. Dervişler gözükmüştü." (s. 62) "Durdu. Fakat bütün deliliği tutmuştu." (s. 136). Şu paragraf sadece iki cümleden oluşuyor: "Neden bakmıştı? Bunu da düşünemiyordu." (s. 123). Şu paragraflar ise üçer kelimeden ibarettir: "Gökçen'e gönül vermişti." "Birden aklına geldi." (s. 127). Diyaloglarda kipler tabii olarak değişir ve çeşitlenir: "Şimdi n'olacak?" "Hiçbir şey olmıyacak, ama belki de olur." "Ne olur?" "Kaptan memnun olur." "Nasıl?" "Sayende ağam!" "Çakır anlamıştı:" "Yani para mi istiyorsun?" "Piç İlyas ellerini havaya kaldırarak söylendi:" "Hay atana rahmet ağam! Nasıl da bildin?" (s. 86). Tahkiye üslubunun ve diyalogların hâkim olduğu, böylece hızlı bir temponun tutturulduğu Deli Kurt'ta, çok az da olsa bazı tasvirler vardır. Fakat bunlar da uzatılmaz, ayrıntılı olarak verilmez. Aşağıdaki kısa tasvir tipik bir örnektir: "Çiçek Dağlarından geçerken Deli Kurt, âdeta sarhoş oldu. Bu dağ gerçekten türlü çiçeklerle doluydu. Güzel ve ferahlatıcı bir çiçek kokusu ciğerlere doluyordu." (s. 143). Atsız sanki durmak istemiyor, yolcularla birlikte atını sürüp gidiyor. Hareket hâlinde kısacık bir tasvir. Statik değil dinamik. Sadece at sürerken değil, kapının açılmasını beklerken de tasvir dinamiktir: " Kapıyı vurdu." "Her zaman kapıyı Zeynep açar, Melek Hanım da onun arkasında durarak hazin gülümseyişiyle kendisine bakardı. Bu sefer öyle olmayacağını Deli Kurt anlamıştı. Çünkü içeriden kapıya yaklaşanın yürüyüşü Zeyneb'in çevik yürüyüşü değildi. Bu ağır, hantal bir yürüyüştü. Deli Kurt, bir önsezi ile bu işten hoşlanmadı ve kapıyı kimin açacağını merak ve sabırsızlıkla bekledi. Yolların bir türlü bitmeyişi gibi kapıya yaklaşan da bir türlü tokmağa el atamıyordu. Nihayet gelebildi. Kapıyı ağır ağır açtı ve Deli Kurt, karşısında onu görünce beyninden vurulmuşa döndü. Eşiğin önünde Piç İlyas duruyor, alık alık kendisine bakıyor, bir yandan da avurtlarını şişire şişire ağzındaki iri lokmayı çiğnemeye çalışıyordu.” (s. 263). Yukarıdaki tasvir, Deli Kurt'un bütün ailesinin öldüğü haberini almadan hemen önceki sahneyi anlatmaktadır. Aile sel felaketinde ölmüş, aslında ahırda yatan bir yanaşma olan Piç İlyas eve yerleşip kendisine bir çilingir sofrası kurmuştur. Her zamanki gibi oburdur. Deli Kurt, karısının ve çocuklarının nerede olduğunu soracak, Piç İlyas kekeleyip duracak, az sonra köyün imamı gelip felaketi haber verecektir. Görüldüğü gibi, felaket öncesindeki bu tasvir de aslında harekete dayanmakta, Deli Kurt'un heyecan ve sabırsızlığının okuyucuyu da sarması sağlanmaktadır. Savaş tasvirleri de azdır ve olanlar da fazla uzun ve ayrıntılı değildir. Varna Savaşı ile ilgili aşağıdaki örnek, en uzun ve ayrıntılı örneklerden biridir: "Birden zırhlı bir Macar'ın, iki eliyle kaldırdığı büyük kılıcını korkunç bir indirişle indirdiği görüldü. Sekbanbaşı Yazıcı Doğan bu kılıçla yere serilmiş, Deli Kurt da kılıcını, karnına doğru Macar'ın atına batırmıştı. Fakat arkadan Macar kralı Ladislas geliyordu. Kılıcını Deli Kurt'un başına doğru savurdu. Eğer o sırada bir azap eri vuruşu çelmeseydi, Deli Kurt sağ kalmayacaktı. Rüstem adındaki bu azap, kralın hücumunu savdıktan sonra atının ayaklarına doğru bir savuruş yaptı. At kapaklanmış, kral yere düşmüştü. Deli Kurt, ayağa kalkan kralla karşı karşıya idi. O sırada herkes bir başkasıyla uğraşmakta olduğundan, bu ikisinden birine yardıma gelen kimse yoktu. İki savaşçı kılıçlarını çarpıştırdılar. Sonra havada hızla dönen kılıçlar görüldü ve ötekilerine benzemeyen bir ses işitildi. Kral devrilmiş, Deli Kurt da alnından aldığı bir çizikle sersemlemişti.” (s. 257258). Uzunca ve ayrıntılı görünen bu sahne, Bozkurtlar'daki sahnelerle karşılaştırınca son derece kısa ve sadedir. Deli Kurt'ta bu kadar uzun savaş sahnesi de zaten birkaçı geçmez. Az olmakla birlikte eserde benzetmeler de vardır. "Askerce" sözüyle niteleyebileceğimiz şu benzetmeler ilgi çekicidir: "Şu ömür dediğin şey savaştan kaçan Rum atlısı gibi ne çabuk yol alıyor!" (s. 96). (Gökçen'in ışıklı gözlerine görünce) "Deli Kurt, yakın mesafeden göğsüne ok yemiş savaşçı gibi şöyle bir irkildi." (s. 106). "Fakat kılıçlar kırılmıyor, gecenin sessizliği içinde vahşi bir müzik gibi sert şakırtılar çıkararak havada parlıyor, ay ışığının altında çeliklerin çarpışmasından yalazlar parlayıp sönüyordu."" (s. 173). Gökçen Kız'ın gerek kendi sesi, gerek kavalının sesi tabiatla iç içedir, tabiattan bir parça gibidir: "Ansızın, yüksek bir yerden bir kayaya dökülen suyun sesi gibi, fakat ondan çok güzel bir sesle Gökçen'in konuştuğunu işitti." (s. 118). "Bu güzel ses yıldızlara, göğe, toprağa, her şeye hâkimdi. Bu ses konuşmuyor, fakat çok şey söylüyordu. Atından inmişti. At bile bu kavaldan bir şeyler anlıyormuş gibi ses çıkarmadan, başını bir ota uzatmadan ilerliyordu." (s. 170). Romanın kadın kahramanı Gökçen, olağanüstü özelliklere sahip, gözlerinden öldürücü, yeşil ışıklar saçan çok güzel bir kızdır. Deli Kurt onu her gördüğünde heyecanlanır. Sanki Atsız da heyecanlanır ve sade, fakat etkileyici benzetmeler yapar: "Gökçen şiir haline gelmişti." (s. 188). "Gökçen Tanrının büyüklüğüne en büyük tanıktı. Tanrı onu herhalde düşünerek ve överek yaratmıştı.". "Deli Kurt, bu kadar güzel bir gecede, bu kadar güzel ayı seyrederek bir dünya güzelinin dizlerinde yatmış olduğu halde onun korkunç güzelliğine baka baka, gözlerinden saçılan ışıkları içe içe eşsiz kavalının sesini dinliyor, yaşamanın tadını çıkarıyordu.” (s. 192). Atsız'ın benzetme ve tasvirleri, romanın sürükleyiciliğini hiçbir zaman bozmaz. Eski halk hikâyeleri veya destanlar gibi, arka arkaya sökün eden olaylar üzerine kurulduğu ve harekete dayalı bir üslup tercih edildiği için bazı yerlerde kısa dokunuşlarla benzetme ve tasvirlere başvurulmuştur. Hareketli bir üslubun içinde benzetmeler bazen çarpıcı olabilmektedir. Bozkurtlar'da olduğu gibi bu eserde de dönemi yansıtan kelimeler kullanılarak 15. yüzyılın havası verilmiştir. Ancak bunlar, çoğunlukla açıklanmaya ihtiyaç duyulmayacak tanıdık kelimelerdir: yancık “kese” (s. 79), konukluk (98), değme çoban (112), (yarayı) onarmak (139), esriklik "sarhoşluk" (160), em "ilaç" (180), çevre "yağlık, mendil” (183), esinti (184), arıklamak (194), tutsak (202), davgana "dar boyunlu küçük testi" (203), epsem "suskun, dilsiz" (205), yazık "günah" (234), kutsuzluk “talihsizlik" (241), düş "rüya" (205).
·
65 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.