Gönderi

Deli Kurt'ta Şahıs Kadrosu: Tarihî ve Kurmaca Kişilikler Deli Kurt'un asıl şahıs kadrosu kurmaca kişiliklerden oluşur. Baş kahraman, asıl adı Murad olan fakat Deli Kurt olarak tanınan meçhul şehzadedir. Deli Kurt'u yetiştiren Çakır, Deli Kurt'un âşık olduğu Gökçen Kız da romanın önemli kurmaca kişiliklerindendir. Eserdeki diğer kurmaca kişilikler Satı Kadın, Evren, Esen Börü, Hasan Çelebi ve Piç İlyas'tır. Deli Kurt, Yıldırım Beyazıd'ın oğullarından İsa Çelebi'nin oğludur. İsa Beğ, şehzadeler kavgasında başına bir iş gelmesinden çekindiği için hamile karısı Bala Hatun'u, sadık adamı Çakır'a emanet etmiş, Çakır da Bala Hatun'u Karası'nın uzak bir köyünde bulunan sütanası Satı Kadın'a bırakmıştır. Bala Hatun, Murad'ı doğurduktan bir yıl sonra ölmüş, Murad'ı kendi oğlu Evren'le birlikte Satı Kadın büyütmüştür. Murad, Satı Kadın'ın evi civarındaki Türkmen obasında Türkmen çocuklarıyla oynayarak, at ve ok yarışları yaparak, güreş tutarak büyümüştür. Daha çocukluğunda Deli Kurt olarak anılmaya başlanmıştır. Çakır, on yıl sonra gelip Deli Kurt'u görmüş, bir hoca yanında ders almasını da sağlamış, altı yıl sonra tekrar gelerek Deli Kurt'u tımarına götürmüş ve onu cebeli yapmıştır. Kim olduğunu bilmeden ömür geçiren Deli Kurt'un bundan sonraki hayatında ya savaşlar, ya Gökçen Kız'la yaşadığı aşk vardır. Savaşlar, Osmanlı tarihinin bilinen savaşlarıdır. Gökçen Kızıla yaşadığı aşk ve bundan dolayı başından geçen olaylar ise kurmacadır. Deli Kurt on yaşındayken Çakır'ın gözünden şöyle tasvir edilir: "O zaman, yakından Murad'ın yüzüne baktı. İsa Beğ'in küçültülmüş örneği idi. Aynı gözler, ayni burun, hatta aynı duruş... Yamalı, yırtık pırtık giyimler içinde, alnındaki, yüzündeki, ellerindeki çizik ve sıyrıklar arasında bunun bir beğ oğlu, bir Osmanoğlu olduğu belliydi... Murad, hakikaten bir Deli Kurt'tu. Delişmen bir konuşuşu vardı ki, Çakır'ın pek hoşuna gidiyordu... Murad'a 'Deli Kurt' denilmesinin sebebi at sevgisindeki aşırılığı idi. Ata bindi mi deliye döner, tehlikeli sürüşler yapardı. Dörtnala giderken yerden çomak kapmasını bütün Türkmen çocuklarından iyi başarırdı. Hiçbir şeyden korkmazdı. Tek başına olduğu zaman bile on kişiye saldırmaktan çekinmezdi." (s. 3840). Evren 18, Deli Kurt 16 yaşına gelince ikisi için kısa bir tasvir yapılır: "Boybos, güçkuvvet bakımından otuzundaki gençlerden aşağı değildiler. Gözü pekliğe, korkmazlığa gelince dünyada eşleri azdı." (s. 58). Deli Kurt 19 yaşında sipahi olur ve hocasının kızı Melek Hanım ile evlenir. Bu bölümdeki tasvirde Deli Kurt'un karakteriyle ilgili nitelemeler de vardır: "Yavuzluğu bütün çevrede ün salmıştı. Güçlü bir pehlivandı da... Düğünlerde bir iki yol karakucak güreşi yapmış, tuttuğu bütün güreşleri kazanmıştı. İyi yürekli, eli açık kişiydi. Yoksullara, öksüzlere, dullara elinden geldiği kadar yardım ederdi." (s. 6869). Yukarıda anlatılan özellikleri dolayısıyla Deli Kurt savaşlarda hep kahramanlık gösterir ve bu sebeple hızla yükselir. Fakat Gökçen Kız'a beslediği aşk içini kemirmektedir: "Her yerde ve her zaman Gökçen'le meşguldü. Gökçen onu o kadar sarmıştı ki, bir gün evdeşi Melek Hatun'a bile Gökçen diye hitap etmiş, kadıncağızı şaşırtmıştı. Ah bu hatun, bu Melek Hatun... Onun içini parçalıyordu. Bu kadar iyi, sadık, vefâlı, üstelik de güzel olan bu kadın yanı başında dururken, gönlünün çok uzakta bulunması Deli Kurt'u rahatsız ediyor, açıkçası vicdan azabı duyuyordu. Yemesi, uyuması da bozulmuştu."... Deli Kurt "arıklamış ve solmuştu." (s. 132). Gökçen Kız'a olan aşkı, Deli Kurt'ta "merak" duygusunu da geliştirmiş, Karamanoğulları eline düşünce Varsak boyuna gidip Gökçen Kız'ın ailesini araştırmıştır. Aşk, Deli Kurt'un ince bir yönünü de ortaya çıkarır, kaval çalmasını öğrenir ve Macarlar elinde tutsak olduğu üç yıl boyunca kaval çalar. Üstelik Gökçen Kız'ın çaldığı kavalı da duyar gibidir. Deli Kurt'un en önemli özelliği ise kim olduğunu öğrendikten sonra ortaya çıkar. O bir Osmanlı şehzadesidir fakat taht kavgasına kalkışmaz; devletin selameti için kendini feda eder. Atına binip meçhule doğru gider. Romanın Deli Kurt'tan sonra en önemli kişisi Çakır'dır. Sadakatiyle ön plana çıkan Çakır, Karasılı bir sipahidir. Barakoğlu adında eski ve küçük bir beğ ailesinden gelmedir. İsa Beğin en güvenilir adamıdır. Öksüz olan Çakır, Satı Kadın adlı bir Türkmen kadını tarafından emzirilip büyütülmüş, “baba ve amcasından sipahi terbiyesi, sütanasından Türkmen terbiyesi alarak tam bir yiğit gibi" yetişmiştir. Çocukluğundan itibaren güreş, binicilik, cirit, ok atışı ve kılıç oyunları ile yetişirken bir yandan da okuyup yazma ve Kur'an dersleri almıştır. Kahramanlık ve Battal Gazi hikâyeleri dinleyerek büyüyen Çakır, dayanıklı, çevik, silme tokatta usta bir erdir (s. 2324). "Çakır denenmiş, sınanmış" bir kişidir. "Birinci sınıf bir asker, vefalı” bir yoldaştır. "Tam bir Türk'tü. Belki zamanında hiçbir yasa, töre tanımaz, fakat inanarak bağlandığı İsa Beğ'in bir buyruğunu en büyük yasa sayarak bu uğurda ölebilirdi. Kendisine gösterilen güven onu şımartmıyordu. Aradaki sınırı hiçbir zaman aşmıyordu. Karşı karşıya şarap içip dünyayı dumanlı gördükleri günler de olmuş, fakat o zamanlarda bile ne İsa Beğ onun gönlünü kırmış, ne de Çakır, İsa Beğ'de en küçük bir hoşnutsuzluk uyandırmıştı." (s. 30). İsa Beğ'in ölümünden sonra Çelebi Mehmed'e bağlanan bu yiğit ve sadık sipahi, kendisine emanet edilen şehzadeyi unutmamış, onun en iyi bir şekilde ve tehlikelerden uzak olarak yetişmesini sağlamış, sonra da onu ve sütanasının oğlu Evren'i yanına sipahi olarak almıştır. Romanın ana kahramanlarından biri de Gökçen Kız'dır. Karaman'ın Varsak obasındandır ama Karası'daki Türkmen obasına yerleşmiştir. Obanın çobanlığını yapmakta, çok güzel kaval çalmaktadır. Periler kadar güzel yüzü olan, suna boylu, sesinin ezgisi gönüllere işleyen bir kızdır. Fakat onun asıl özelliği, gözlerinden çıkan öldürücü yeşil ışıktır. Gözlerinin ışığından insanlar zarar görmesin diye geceleri dolaşmakta, gündüz ise peçe takmaktadır. "Ondan kurt, kuş, yılan, çıyan bile korkar. Obanın köpekleri onun yanına yanaşamaz. Kurtlar ondan kaçar." "Belinde bıçağı, elinde sopası vardır." Obadakiler, onun bir peri kızı olduğuna ve gözlerindeki ışığın ağulu olduğuna inanmaktadırlar (s. 106112). Uzaktaki insanları görmek ve duymak, olacakları bilmek gibi olağanüstü özellikleri de vardır. Deli Kurt, evli olduğu halde Gökçen Kız'a âşık olmuştur. Gökçen Kız da onu sevmektedir. Aralarındaki sevgiden dolayı, gözlerindeki ışık, Deli Kurt'a zarar vermez. Romanın kurmaca kişiliklerinden biri de Satı Kadın'dır. Satı Kadın, Çakır'ın sütanasıdır. Deli Kurt'u da o büyütmüştür. Türkmen oymağındandır, oradan oymağın yanındaki köye gelin gelmiştir. "Büyük oğlu Niğbolu Savaşında, kocası da Ankara savaşında şehit” olmuş, iki kızını gurbete gelin göndermiş, iki yaşındaki oğlu Evren'le yalnız kalmıştır. Çakır, Bala Hatun'u kendisine emanet ettiği zaman 45 yaşındadır. “Sağlam, dinç ve iyi yürekli” bir kadındır (s. 11). "Bilgisiz, fakat görgülü, saf, fakat akıllı, gözü pek, becerikli" bir kadındır (s. 23). Elli beş yaşına geldiği zaman bile "dinç ve yakışıklı"dır; “yüzü hâlâ kırışmamış”tır; çünkü o bir Türkmen kızıdır (s. 33). Yetmiş dört yaşına geldiği zaman ise "yüzü iyice kırışmış ve hareketleri biraz ağırlaşmış”tır. Gözleri de eskisi kadar iyi görmemektedir (s. 98). Seksen beş yaşındayken artık “iyice kocamış, hareketlerine ağırlık" gelmiştir. “Gözleri iyi görmediği gibi unutkanlık da başlamıştır (s. 217). Atsız, Satı Kadın ile ideal bir Türkmen kadını tipi yaratmıştır. Satı Kadın'ın oğlu olan Evren de kurmaca kişiliklerden biridir. Deli Kurt'tan iki yaş büyüktür. Onunla kardeş gibi büyümüş ve 18 yaşında Çakır'ın tımarında cebeli olmuştur. Çakır, Deli Kurt ve Evren savaşlarda da birlikte bulunan ideal Osmanlı Türk erleridir. Kurmaca kişiliklerden Esen Börü, Gökçen Kız'ın annesidir. Varsak obasında yaşamaktadır ama aslında Çağataylı'dır. Çağatay'ın Uygur boyundan olan dedesi kendi padişahından kaçıp Karaman Eli'ne gelmiş ve bir dirlik alarak oraya yerleşmiştir. Oğlu Uçkara Bahşı gayipten haber veren, elindeki taşla yağmur yağdıran bir kişiymiş.. Onun kızı Esen Börü'de de aynı yetenekler bulunmaktadır. Kızı Gökçen gibi Esen Börü'nün de “parlak, ışıklı, çok güzel yeşil gözleri" vardır. O da peçeyle dolaşmaktadır. "Dillere destan olmuş, ozanlar onun için deyişler, koşmalar" söylemişlerdir (s. 156157). Ataları da Esen Börü de Müslüman değildir. Deli Kurt kendisine Müslüman olup olmadığını sorduğu zaman verdiği cevap ilgi çekicidir: "Oğul! Siz Osmanlılar da Karamanlılar gibi insanın yüreğindeki nesneye mi karışırsınız? Müslüman olup olmadığımı niye soruyorsun? Türk olduğum yetmiyor mu?" (s. 165). Kurmaca kişiliklerden Hasan Çelebi, İsa Beğin kazaskeri iken Ísa Beğin ölümünden sonra "saklanmağa mecbur kalıp şehirden şehre" kaçan ve "gizlice İstanbul'a" yerleşen vefalı ve sadık bir kişidir. Bilgin, şair, çelebi kılıklı, hoş yüzlü, yaşlıca bir adamdır. "İznik medreselerinden yetişmiş", "yalnız öğrendikleriyle bilgili değil, hareketlerinde de ölçülü bir insan"dır. "Kızmaz, çok sevinmez, çok üzülmez." (s. 8794). İsa Çelebi ölmeden önce, eşi Bala Hatun ve doğacak çocuğu için Hasan Çelebi'ye bir miktar para bırakmıştır. Kurmaca kişilikler içinde olumsuz huylarıyla tasvir edilen bir kişi vardır: Piç İlyas. Çakır'ın yanaşması olan Piç İlyas, Çakır ve Deli Kurt'u gizlice İstanbul'a götürmüş ve Hasan Çelebi ile buluşturmuştu. Sel felaketi sonucu Deli Kurt bütün ailesini kaybettiği zaman, Deli Kurt'un evine yerleşip kendisine içkili bir sofra kuran da Piç İlyas'tı. Piç İlyas, "kısa boylu, kıvırcık saçlı, esmer, şişman ve şaşı birisiydi... bir dönme idi. Asıl adı İlya idi de Müslüman olduktan sonra İlyas'a çevrilmişti. Fakat Rum mu, Venedikli mi, Bulgar mı, Sırp mi, ne olduğu belli değildi. Çakır'ın yanaşması idi. Otuz beş yaşlarında olduğu halde saçlarının yarısı ağarmıştı. Birçok diller bilir, Türkçeyi de oldukça düzgün konuşurdu. Çok yalancı olduğu muhakkaktı. Çakır, birkaç defa onun kim olduğunu anlamak için sorguya çekip soyunu sopunu sormuş, İlyas, her seferinde başka türlü anlatmıştı... Piç İlyas sözde Müslümandı. Namaz kıldığını gören yoktu. Ramazanlarda oruç tutuyor gözükür, fakat gizlice yerdi. Zaten açlığa bir saat bile dayanamıyacak kadar obur ve pisboğazdı. Yalancılığına diyecek yoktu. Ar, hayâ, nâmus denilen şeylerden nasip almamıştı. Çakır'dan korktuğu için hırsızlık etmez, hayâsızlık yapmazdı, ama bunları her an yapmağa hazırdı. Yalnız bir meziyeti vardı: Çakır ne buyursa mutlaka yerine getirirdi." (s. 7778). "Çok pis olduğu için evlere" alınmaz, "her zaman ahırlarda" yatardı (s. 264). Deli Kurt'ta daha birçok kurmaca kişilik vardır: İsa Çelebi'nin eşi Bala Hatun, Türkmen obasının beği, beğin oğlu, Deli Kurt'un evdeşi Melek Hatun, kızı Zeynep, uşağı Topuz Ahmed, Gökçen Kız'ın amcasının oğlu Tümenoğlu Balaban, Varsak beğinin çobanı Kara Çoban, Macar beği İmre Bator, Deli Kurt'un köyünün imamı Bayram Hoca... Bütün bu kurmaca kahramanlar, zamanı gelince ortaya çıkan, olayların akışını sağlayan ikinci, üçüncü derecede kahramanlardır. Mesela Bala Hatun, Deli Kurt'u doğurduktan bir yıl sonra, daha romanın başlarında ölür. Bayram Hoca ise romanın sonunda ortaya çıkar ve Deli Kurt'a sel felaketini ve bütün yakınlarının öldüğünü haber verir. Türkmen obası beğinin oğlu, Gökçen Kız'a âşık olan ve bunun için Deli Kurt ile vuruşan bir kişidir. Atsız'ın adını bile vermediği bu beğ oğlu, ancak romanın sonunda bir daha ortaya çıkar, fakat Varna Savaşı'nın sonunda Deli Kurt'un Fatiha okuduğu şehitler arasındadır. Deli Kurt'un aile fertleri yok gibidir, çünkü bütün ağırlık Gökçen Kız'a verilmiştir. Tümenoğlu Balaban, Deli Kurt'un, Varsak obasında Gökçen'in ailesini bulmasına yardım eder. Kara Çoban da Varsak obasında karşılaşılan bir kişidir. İmre Bator, Deli Kurt'u tutsak edip konağında misafir gibi ağırlayan Macar beğidir. Topuz Ahmed de romanın sonlarında ortaya çıkan, ailenin Türkmen obasına göçüne yardımcı olan uşaktır. Romandaki gerçek kahramanlar da ikinci, hatta üçüncü derecede kahramanlardır. Yıldırım'ın şehzadeleri İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Musa Çelebi ve Mehmed Çelebi ile İkinci Murad, olayların yerleştirildiği fonun daha çok savaşlarda ortaya çıkan kahramanlarıdır. İsa Çelebi, Deli Kurt'un babası olarak kurgulandığı için romanda biraz daha fazla yer alır. Fakat neticede onun rolü de romanın başlarındaki ölümüne kadardır. Tarihî şahsiyetlerden Manisa beği Temürtaşoğlu Ali Beğ, Çelebi Mehmed'in veziri Bayazıd Paşa, Torlak Kemal, Sırpların beği Brankoviç, Tokat Beği Balaban Beğ, Anadolu Beğlerbeği Karaca Paşa da savaşlarda ortaya çıkan üçüncü derecede kahramanlardır. Tarihî kişiliklerin derinlemesine tahlillerinin yapılmaması, Atsız'ın romanlarının bir özelliğidir. Bunda hiç şüphesiz tarihî kişilikleri yanlış yansıtma endişesinin rolü vardır. Sadece Bozkurtların Ölümü'ndeki Kür Şar, Kara Kağan, İçing Katun gibi tarihî kişiliklerde ayrıntıya inilmiştir. Deli Kurt'un bir bölümü "Hayaletler" adını taşır. Bala Hatun'un vefatını öğrendikten sonra Deli Kurt bir gece köyün mezarlığına gider ve ona Kur'an okumak ister. Bu sırada önce Bala Hatun'un, sonra İsa Beğ'in, daha sonra annesi ile babasının hayaletlerini görür ve onlarla konuşur. Hayatın ve ölümün anlamı üzerine konuşmalar olur: "İnsanlar ancak gördüklerini bilecek, bildiklerini görecektir.", "Ölüm o kadar güç değildir. Unutulmak yamandır.", "Asıl ölüm unutulmaktır.", "Hayat birkaç hâtıradır.", "Hayat ölümün başlangıcıdır.", "İnsan anıldıkça yaşıyor demektir." (s. 4647). Evet, tıpkı Atsız'ın meşhur “Selâm” şiirindeki gibi: "Anılmakla hangi bir ruh olmaz ki sarhoş!" Mezarlıktaki konuşmalarda geçen bu düşünceleri Atsız'ın şiir ve yazılarında sıklıkla görürüz. Öte yandan mezarlıktaki bu sahne, Ruh Adam romanının sonundaki mahşer sahnesinin küçük bir denemesi gibidir. Türkmen obasının yanındaki pınarın masalı da (s. 7072) Ruh Adam'daki Uygur masalının bir denemesine benzer. Masaldaki kızın adı da romandaki gibi Gökçen'dir ve romanda olduğu gibi sevdiği şehzadeye kavuşamaz. Deli Kurt'u hayaletlerle konuşturan, onu pınarın masalındaki şehzadeyle özdeşleştiren Atsız, romanın sonundaki yok oluş sahnesiyle de âdeta okuyucularda bir yaşanmamışlık hissi uyandırmak istemiştir. Masalların başında "bir varmış bir yokmuş" diye başlayan ve dinleyicileri daha baştan gerçeklikten uzaklaştıran döşeme bölümleri gibi bir bölümdür son sahne: "Yassı Tepe'ye yöneldi. İlk gelişindeki heyecanı yeniden duyuyordu. Şimdi tepeye varınca aşağıya bakacak, ağacın altında Gökçen'i görecekti. Yaklaştı. Tepeye vardı ve durdu. Yüreği hızla çarptı. Ağaç yoktu. Korkunç sel onu da alıp götürmüştü. İçinde büyük bir acı duydu. Gökçen'in yaslandığı, üstüne ağaç ve ok resimleri kazdığı, kendisinin, gölgesinde Gökçen'in dizine yattığı ağaç sökülüp gitmişti. Şifalı suyun olduğu yere doğru ilerledi. Yoktu. Ne kuyu, ne de taş oluk kalmıştı." (s. 269). Her şeyini kaybeden meçhul şehzade, sabah erkenden köyünü terk eder. Atına biner ve meçhule doğru gider. "Gökçen'e kavuşuncaya kadar böyle gidecekti." "Gece indi. Karanlık yavaş yavaş her yeri örttü ve ebedi yollarda kâh 'Allah' diye inleyerek, kân 'Gökçen' diye sayıklayarak giden yolcuyu kavradı. Bu meçhul Osmanlı şehzâdesi, kendisinden önce gelen ve gelecek olan sayısız Osmanlı şehzâdesine tarihin mukadderatının çizdiği büyük istırap içinde, ancak kendisinin görebildiği yeşil ışıklar içinde, bütün gözlerden silinerek kayboldu." (s. 271) Yassı Tepe'deki her şey gibi meçhul şehzade de sonunda kayboluyor. Romanın bu sayfalarına "Hiçbir şey yok. Sanki bütün bunlar yaşanmamış gibi" diye not düşmüşüm. Sanki Atsız bize, “Böyle kişiler yok, onlar hiç yaşamadı." diyor. Korkunç sel, Deli Kurt'un ailesini ve sevdiği kızı yok etmiştir. Karanlık her şeyi örtmüş, meçhule giden Deli Kurt'u da kavramıştır. Böyle bir zaman dilimi olsa da bu zaman dilimi içinde böyle kişiler yaşamamıştır. Sadece Atsız bize harikulade bir masal anlatmıştır.
231 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.