Gönderi

Dil ve Üslup Bozkurtlar Diriliyor'un dil ve üslubu Bozkurtların Ölümü'nden farklı değildir. Aynı açıklık ve akıcılık bu romanda da dile hâkimdir. Roman, olay ve hareket ağırlıklı olduğu için tahkiye ve diyalog üslubu öne çıkar; tasvirler son derece azdır. Bozkırın ve kahramanların tasvirleri de genellikle birbirine benzer. Son derece açık ve anlaşılır bir tahkiye ve diyalog üslubu içinde Atsız, efsanevi ve büyülü bir atmosfer yaratmayı başarır. Bunda Türk destan ve efsaneleriyle uğraşmasının, objektif bilim adamlığı yanında tarihe ve Türklüğe âdeta mistik bir yaklaşım içinde bulunmasının rolü olduğunu sanıyorum. Hiçbir müphem tarafı olmayan, açık, duru, anlaşılır bir dil; fakat yer yer büyülü ve efsanevi bir atmosfer. Bu atmosfer, sadece esrarengiz olay ve kişiliklerin romana yerleştirilmesiyle sağlanmış olamaz; Atsız, romanındaki kişilikleri hiç şüphesiz içinde büyütmüş, onları benimsemiş; olayları da sanki kendisi de içindeymiş gibi, kendisi de yaşıyormuş gibi hissetmiştir. İşte bu benimseyiş ve hissediş de bir şekilde üslubuna yansımış ve okuyucuları da etkisi altına almıştır. Savaş sahneleri, kılıç oyunları, yarışlar, güreşler Türk okuyucusuna aşinadır. Hazreti Ali cenkleriyle, Battal Gazi ve Köroğlu destanlarıyla, pehlivan tefrikalarıyla büyümüş olan Türk çocukları için bu sahneler alışılmış, bildik sahnelerdir. Daha sonraki nesillerin okuduğu Tom Miks, Teksas gibi resimli romanlar da farklı coğrafyaların ürünü olmakla beraber aynı sahnelerin heyecanını Türk okuyucusuna verir. Son nesillerin uzay savaşçıları da öyle. Coğrafyası, milliyeti ne olursa olsun, Türk çocuğunun, Türk okuyucusunun yiğitçe dövüşlere, kahramanlıklara sempatisi vardır. İşte Atsız, tarihî romanlarında, Türk'ün ruhundaki bu yiğitlik içgüdüsünü yakalamış ve bunu son derece sade bir dille okuyucuya aktarmayı bilmiştir. "O orduda çok ozan vardı. Kanlı savaşların yapıldığı günlerin gecesinde onlar tellerini tıngırdatırlar, kanlı vuruşmaların, yürek delen okların, göğüs parçalayan kargıların, baş uçuran kılıçların masalını anlatırlar, su gibi akan kanları, sayısız harcanan canları, bol bol yapılan yiğitlikleri överlerdi." (s. 29). İşte Atsız, romanda anlattığı bu ozanlar gibidir. O, âdeta modern bir ozandır. Kopuz veya saz çalmaz; fakat âdeta ozanların dili gibi bir dille eski zamanın hikâyelerini, kanlı vuruşmaları, yiğitlikleri anlatır: Çalkara "güreş görünce dayanamazdı. Güreşmezse hasta olurdu. Bu yüzden kış olunca tepelere, dağlara çıkıp ayılarla güreşirdi. Hem de mizıkçılık etmemek için yanına pusat almaz, kemerindeki bıçağı da ayıların mızıkçılığına karşı ihtiyat olarak tutardı. Çünkü ayılar güreş göreneğini bilmiyorlar, bazen ikisi birden geliyorlar, yahut da bıçak gibi olan dişlerini kullanıyorlardı. Pençelerine o kadar aldırış etmiyordu. Bu yüzden yüzünde ve başka yerlerinde pençe çizikleri oluyordu. Bir gün iri bir ayıyla güreşirken kucak kucağa dik ve uzun bayırdan aşağı yuvarlanmışlar, bayırın eteğine vardıkları zaman çarptıkları bir kaya ile ayının beyni dağılmış, Çalkara'nın da bir kulağı kopmuştu. Fakat ayı öldüğü sırada sırt üstü olduğu için Çalkara onu yenik saymış; 'Utancından geberdin, değil mi' diye gülmüştü." (s. 93). Bu basit gibi görünen anlatım, yukarıdan beri belirtmeye çalıştığım Türk'ün yiğitlik ruhunu yakalayan bir ozan, bir halk hikâyecisi anlatımıdır. İster Koca Yusuf tefrikaları, ister Deyvi Kroket filmleri ile büyümüş olsunlar, Türk çocukları bu sahnelerin tutkunudur. Üstelik Atsız onlara, kendi atalarının uzak tarihinden bulup çıkardığı hikâyeleri anlatmaktadır. Kılıç üzerinde güneş batarken görünen işaretler, büyüleyici yeşil bakışlar, Ölüm Uçurumu gibi esrarengiz ve büyülü motifler yanında Türk'ün yiğitlik ruhunu yakalayan bu anlatımlarla Atsız, efsanevi bir atmosfer yaratmayı bilmiştir. Şiir de bu atmosferin ayrılmaz bir parçasıdır. Bozkırda ozanlar kopuz çalıp bir yandan eski kahramanlıkları anlatırlar, bir yandan toplumun içinde bulunduğu olaylara telmihlerde bulunurlar. Çekildi mi kılıçlar Türkün gönlü hoşlanır. Kağanlığı kurmaya Yeni baştan başlanır. (s. 55) mısralarına Türk'ün yiğitlik sempatisi açıkça görülmektedir ve Türk ruhundaki bu eğilimin Atsız da farkındadır. Şu dörtlükte ise Urungu'nun, kendisinin bile farkına varmadığı aşkına gönderme vardır: Sanma gönül dinlenir Ufukta gün batınca. Bunalırım kederle Gece gelip çatınca. (s. 29) Şu dörtlüklerde Ay Hanım'a yapılan gönderme ise çok açıktır: Göz kamaşır, gelince Ayla o kız yan yana. Birisi göz ışıtır, Birisi girer kana. Ay mi güzel o kız mı? Bunu soran sorana. Birbirinden parçadır Gibi geliyor bana. (s. 56) Yine yedili hece vezni ile ve birçoğu koşma tarzında yazılmış şiirler. Atsız'ın Bozkurtlar romanını yazdığı yıllarda bu tarz şiirler, en eski Türk şiir örnekleri olarak biliniyordu. Dîvânu Lugâti't-Türk'te yer alan dörtlükler, ya yedi ya sekiz heceli koşmalardı. Farklı vezinlerdeki eski Uygur şiirinden Türk aydını çok sonra haberdar oldu. Cenknameler ve halk hikâyelerinin anlatım tarzına yakın tahkiye üslubuyla ve yine halk hikâyelerinde olduğu gibi aralara serpiştirilen dörtlüklerle Atsız'ın bu romanda kullandığı dil ve teknik Türk okuyucusuna aşina olduğu için Bozkurtlar Diriliyor'un baskı sayısı yüzü aşmıştır. Elbette bu başarıda sadece bu üslup ve tekniğin rolü vardır, demek istemiyorum. Romanın başarısının asıl sebebi hiç şüphesiz içine sindirilen Türklük ruhudur. Fakat o ruha uygun dil ve tekniğin de bu başarıda rolü vardır.
·
92 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.