Gönderi

Hırsızlığı Üstüne Alan Hasan
Her ikisi de ağlamıştı; kızarmış, şişmiş gözlerinden belliy. di. Baba'nın karşısında, el ele durdular; insanların canını böy- lesine yakmayı ne zaman ve nasıl öğrendiğimi merak ettim. Baba doğruca konuya girdi: "Bu parayı çaldın mı? Emir'in saatini çaldın mı, Hasan?" Hasan'ın cılız, çatlak bir sesle verdiği yanıt, tek kelimeydi: "Evet." Yüzüme tokat yemişçesine irkildim. Yüreğim ağırlaştı, gerçeği haykırmaya hazırlandım. Sonra, anladım: Bu, Hasan'ın benim için yaptığı son fedakârlıktı. Hayır, deseydi Baba ona inanırdı, çünkü Hasan'ın asla yalan söylemediğini he pimiz bilirdik. Ve Baba ona inandığı zaman, ben suçlanacak- tım; durumu, gerçekte kim olduğumu açıklamak zorunda kalacaktım. Baba beni asla, asla bağışlamayacaktı. Aynı anda, dank etti: Hasan biliyordu. O geçitte olup biten her şeyi gördüğümü, orada öylece durup kılımı bile kıpırdatmadığımı biliyordu. Ona ihanet ettiğimi bilmesine karşın, beni bir kez daha, belki de son kez kurtarıyordu. O an onu bütün yüre ğimle sevdim, hiç kimseyi sevmediğim kadar çok sevdim ve ona otların arasındaki yılan olduğumu, göldeki canavar olduğumu söylemek istedim. Bu özveriye değmezdim; ben bir yalancıydım, bir hain, bir hırsızdım. Bunları söylerdim de, ama içimdeki bir şey, küçücük bir parçam, memnundu. Bü tün bunların yakında sona ereceğine seviniyordu. Baba onları kovacak, biraz üzülecek, ama yaşam devam edecekti. İşte bunu istiyordum; devam etmeyi, unutmayı, taze bir başlangıç yapmayı. Yeniden soluk alabilmek istiyordum.
Sayfa 108Kitabı okudu
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.