Akıl ile deliliğin Rönesans dönemindeki kesintisiz diyaloğuyla kıyaslandığında, klasik kapatma uygulaması bir sahneye koyma idi. Fakat bu toptan bir sahneleme değildi: dil burada daha çok, gerçekte iptal edilmiş şeylere angaje durumdaydı. Kapatma, hapishaneler, zindanlar, hatta azap çektirmeler akıl ile akıl bozukluğu arasında aslında mücadele olan sessiz bir diyalog kuruyorlardı. Şimdi bu diyaloğun da bağıntıları çözülmüştür; sessizlik mutlaktır; artık delilik ile akıl arasında ortak bir dil yoktur; hezeyanın dili ne ancak bir dil yokluğu cevap verebilir, çünkü hezeyan akılla olan diyaloğun bir parçası değildir, hezeyan bütünün dili değildir; nihayet sessiz kalan bilincin içinde yalnızca hataya gönderme yapmaktadır. Ve ortak bir dil, kabul edilen suçluluğun dili olduğu ölçüde, ancak buradan itibaren mümkün hale gelebilecektir. “Sonunda, uzun tereddütlerin ardından diğer hastaların arasına kendiliğinden karıştığı görülmüştür...” Tımarhane hayatının temel yapı olarak dilin olmamasına sahip olmasının karşılığı, itirafın gün ışığına çıkması olmaktadır. Freud psikanalizin içinde alışverişi yeniden ortaya çıkarttığında, veya daha doğrusu, artık monolog içinde aşınmış olan bu dili yeniden dinlemeye başladığında, işitilen formülasyonların hep hatanınkiler olmasına şaşırmak mı gerekir? Kökleşmiş sessizliğin içinde, hata sözün bizatihi kaynaklarını ele geçirmiştir.