İnsan ve Yeryüzü Gerçekliği
Doğum, insan canlısı için sarsıcı bir deneyimdir. Çünkü her durumda
prematüre doğar insan, hazırlıksız gelir dünyaya. Rahim, ihtiyaçların
kesintisiz olarak karşılandığı, ılık, karanlık, korunaklı bir ortamdır fetüs
için. Ama orada amniyotik sıvının içinde, dış dünyaya göre oldukça
konforlu ve güvenli bir ortamda salınırken, bir gün aniden hiç bilmediği,
tanımadığı yırtıcı uyaranlar evrenine düşer. Aşırı soğuk, aşırı aydınlık, aşırı
gürültülü, belirsizliklerle dolu bir evrendir dışarısı. Ve bebek sırtından
dünyaya yapışıktır dışarıda. Hareket edemez, diğer memeli türler gibi
doğduktan birkaç saat sonra sürüye katılamaz, bütünüyle çaresizdir. Doğar
doğmaz sürekli ihtiyaçlarla uyarıldığı, her şeyden korktuğu ve bu ikisinin
verdiği huzursuzluğu dindirmek için muktedir ötekine vampir gibi yapıştığı
bir yaşama düşer insan canlısı. Dehşet verici bir deneyimdir doğmak.
Samuel Beckett’in net bir dille ifade ettiği gibi; yeryüzündesindir ve bunun
tedavisi yoktur artık.
Bebeğin yürüyüp konuşabilmesi, toplumun diğer bireyleriyle etkileşime
geçebilmesi için ona bakım verenlerden oluşan sosyal bir küvözde yaklaşık
üç yıl yoğun bakım alması gerekir. İnsan canlısındaki güvensizliğin,
huzursuzluğun, çaresizliğin ve diğerlerine olan derin ihtiyacın kaynağı bu
prematüre yani olgunlaşmamış doğumdur. Yetersiz ve zor başlamış olmaktır
hayata. Bebek büyüyünce hafifler ama nitelikte çok da değişmez durum.