Gönderi

Bir kişi, küçük-o olmadan, ben diyemez. Bu deyişin mefhûmuna biraz daha yakından bakıldığında şunlar söylenebilir: Ferd, birey, kişi olmanın en iyi ifadesi, Arapçada- ki huve (o) yani küçük o'dur ki, Huve'nin, büyük-O'nun temsilcisi yani halifesidir. O-laşmayan, ferdiyetini, kişiliğini kazanamaz; bu anlamda insanlaşmanın zemininde beşerin o-laşma süreci yatar. İşte, küçük-o olabilen, büyük-O ile bir akt (anlaşma) yapabilir yani ben diyebilir; ancak bu ben, âmen-tu [(ben) iman ettiM] eyleminde eritilir. Ben, kendilik-bilincine yalnızca bir işârettir. Yukarıda da vurgulandığı üzere îmân, kişinin kendilikini fark etmesidir; ancak irfânî geleneğimizin dile getirdiği üzere, insana en ağır gelen yine kendidir; kendinin idrâkinde, bilincinde olmaktır. Böyledir çünkü, emân ve îmânın kökü olan emnden gelen emanet, bizâtihi insanın kendidir; kendilik-bilincidir; yani insanlıkıdır. Bu nedenlerle âmentu demek zor bir iştir; çünkü bir kez denildikten sonra bir yola girilmiştir ki yol bedelini ödetir. Bu durumu tespit eden irfânî geleneğimiz, ferdiyeti, kendilik bilincini, yalnız kalabilme gücü olarak görmüştür; yalnız kalabilmeyi göze almak yani yüzleşmek...
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.