Bizim yollarımız, kaderlerimiz ayrılmış bir kere...
İlk 1848 yılında basılan Kamelyalı Kadın, oğul Alexandre Dumas tarafından yazılmıştır. Bu konuda dünya edebiyatında bir karmaşa vardır. Birçok okuyucu Üç Silahşörler, Monte Cristo Kontu gibi eserlerin yazarı Alexandre Dumas ile Kamelyalı Kadın’ın yazarı Dumas’ı aynı kişi sanırlar ki aslında kitabımızın yazarı birinci Dumas’ın yasadışı oğludur.
Kamelyalı Kadın’ın basıldığı yıllar (19. Yüzyıl) Paris’in en çılgın devirlerini yaşadığı zamanlardı. Yazar Dumas kitabın konusunu ise gerçek hayattan aldı. Bir nevi otobiyografi de diyebiliriz. Romanın baş kahramanı o zamanlar ‘yosma’ diye tabir edilen, evli ya da bekar insanlarla ilişki kurup hayatını bu şekilde sürdüren bir kadındı. Gerçek hayatta ise, Alexandre Dumas Fils’in hayatında önemli bir yer tutan Marie Dupless adında bir köylü kızı vardı. O da tıpkı kitaptaki karakterimiz gibi güzelliğiyle dikkat çeken ama fakirlikten dolayı hayatını metres olarak yaşayan bir kadındı. Okuma yazma bilmediği halde güzelliği sayesinde dikkat çekti ve 15- 16 yaşında iken Paris’in tanınmış kadınlarından oldu. O kadar ki dönemin şairleri onun güzelliğini şiirlerinde anlatmışlardır. Dumas Fils zaten tabiat olarak da duygulu bir genç olduğu için Marie Duplessis’e aşık oldu. Tıpkı romandaki gibi Marie hastaydı ve kader onları ayırdı.
Kitaba başlar başlamaz sevdiği kadın için herkesi karşısına alabilecek; gururundan, itibarından geçebilecek genç bir adam görüyoruz. Bu okur olarak bizi öyle etkiliyor ki kitabın devamını iple çekiyoruz. Zannediyoruz ki bu adamın çabalarıyla bir takım engellerin aşıldığı içerisine az biraz dramın ilave edildiği, sonucu evli, mutlu, çocukluya bağlanacak bir klâsik okuyacağız. Ama hayır dostlarım böyle beklentilerle girmeyin :)
Kitabın başındaki o aşık adama ne oldu? Nerelere gitti aşkı? Kayıp mı oldu başka diyarlarda da aşkından ölürüm dediği kadını iki günde aldatabildi?
Sahi aşk neydi?
Aşk onu kusurlarıyla sevmekti. Gözünün
ondan başkasını görmemesiydi. Denemek,
kızmak her yanını anlamaktı ama yinede
vazgeçmemekti. Aşk belirsizliği kovmak,
her şeyi silmekti onun için. Öleceğini bile
bile ona bakarak gülmekti aşk, kopmayı
düşünmemekti...
Kitap bana çok basit ve saçma gelen nedenlerden ötürü ayrılıklar "yani sebep bu muymuş?" dediğim ayrılıklar barındırıyor. Yani kadın zaten ölecek. Bu apaçık ortada olan bir gerçekken neden çocuğun babası ve kız kardeşlerinin mutluluğu için ayrılmışlar gibi saçma sapan bir algı oluşturularak ayrılıyorlar? Ve daha sonra zaten kaçınılmaz olan bir ölümle dram yapılıyor anlamış değilim. Kitap biraz da yeni çıkan yaz dizileri klişesi veriyor. Yarım bırakmamak için zor tutum kendimi resmen. Kısacası beğenmedim. Sadece sevdiğim bir arkadaşımdan hediye olduğu ve günlerce övüldüğü için okudum.