“...Bilmezsiniz ki Beyoğlu hayatının, hatta eğlence mevsiminde bile nasıl bunaltıcı, nasıl ezici bir hâli vardır. Önce bin bir renkli bir hayat görünür, hiçbiri birbirine benzemeyen yüzleri var gibi gelir insana; aslında o kadar monoton, o kadar ruhsuzdur ki, aman Ya Rabbi, görünen yüzler o kadar aynıdır ki... Gizli saklısı olmayan her şeyin ortalıkta yaşandığı, samimiyetsiz, hiçbir zorluğu olmayan, kolaycı, yüzeysel ve sade taklitten oluşan bir hayat... Her tanıdığın, görüştüğün insanla müthiş bir rekabet, bir mücadele, bir düşmanlık... Hiçbir eli dostça sıkmazsın ki, mümkün olsa seni bir çukura itmeyeceğine emin olamazsın. Hiçbir ses işitmezsin ki, seni kalleşçe, alayla anmasın... Tanıdıklarından hiçbirinin seni çekiştirmeyeceğinden asla emin olamazsın... İkiyüzlülük, alay, kendini beğenmek, bencillik... Bu aç kurdun elinde bütün yüzler morarmış, bütün gözler bulanmış, herkesin başarısı öbürlerinin ayakları altında ezilmesiyle ortaya çıkacakmış gibi bir çekememezlik, bir kin. Kimse kimseyi beğenmez, üstünden başından tutunuz da konuştuğu Fransızcaya kadar her şey alay için bir sebeptir. Zaten hep sahtekârlıktan ibaret olan bu Paskal[3] yüzünde göz dudağa, dudak çeneye güler... İğrenç bir şey özetle...”