Gönderi

İsralioğulları’nın hikâyesi, ağırlıklı olarak putperest bir çevrede var olmalarına rağmen tarihlerinin büyük bir kısmı boyunca benzersiz şekilde tektanrıcılık fikrine eğilim gösteren insanların hikâyesidir. Toplumlarına sürekli nüfuz eden dış etkiler, zaman zaman peygamberlerinin öğretilerinden sapmalarına neden olur. Kur’an’da İsrailoğulları, tek bir yaratıcıya olan saf inançla putperest baskılar arasında sürekli mücadelede olan bir ulus olarak görünürler. Bu, neden kendilerini sosyal çevrelerinden yalıtma ihtiyacı duyduklarını, ırksal ve kültürel saflıklarını korumaya çalıştıklarını kısmen açıklar. Fakat başkalarını dışlama pahasına kendilerini Allah’ın seçilmiş insanları, Eski Ahit’teki anlamıyla, Allah’ın oğulları olarak görmeye başlarlar. Sonuçta Allah’ın gönderdiği son elçiyi, kendi kutsal kitaplarındaki esas mesajı doğrulamasına rağmen, Yahudi kökenli olmadığı için kabul etmediler. Kur’an, bu inkârları için onları sürekli suçlar. Kısacası Yahudilik, tek bir yaratıcıya olan inancı koruma ve devam ettirme konusunda başarılı olmuşsa da, Allah indinde insanların eşit olduğunu, birliğini kabul edememiştir. Hristiyanlık da kitabi açıdan Yahudilikle aynı kökten gelir. Fakat Yahudilikten çok daha öteye giderek yaygın bir evrensel din haline gelmiştir. Onun herkese açık oluşu, kaynağını Allah tarafından sevilme ve O’nu tanıma özleminden alır. Böylece Yahudiler ve Arap yarımadasının putperestleri kendi geleneklerinden ayrılan bir mesaja inatla kulaklarını tıkarken, Hristiyanlar bu mesajın manevi gücünden çok daha kolay bir şekilde etkilenebilmektedirler (4:85-89). Bu tür evrensel inançların karşılaştığı en büyük zorluk, içine aldıkları insanların büyük çeşitliliğidir. Gelen herkes kendi dilini, fikirlerini, sembollerini ve kültürel âdetlerini getirir ve bunların tümünün evrensel inancı bozma potansiyeli vardır. Müslümanlara göre Hristiyanlığa olan da budur: tüm insanlığı içten bir şekilde kucaklamaya hevesli olmasına rağmen, ilkeleri saf tektanrıcılıktan sapmış, başkalarını Allah’a ortak koşma eğilimine girmiştir. Böylece Yahudi-Hristiyan deneyimi, tüm dünya dinlerinin karşılaştığı ikilemi örneklendirir: tektanrıcılık veya evrenselcilik; birini korumaya çalışırken diğeri daima ihmal edilmiştir. İslam da bu iç gerilimlerle mücadele etmiş ve hâlâ etmektedir. Nihayetinde ana akım Müslümanlar tektanrıcılığın bu iki anlamının da korunması için uç önlemlere başvurmuştur. Felsefi ve mistik yorumlar yapmak hor görülmüş, hayatın tüm yönleri din hukukunda sistemleştirilmiş ve yenilikçi düşünce yasaklanarak taklit (önceki âlimlerin görüşlerinin sorgulanmadan kabul edilmesi) uygulaması benimsenmiştir. Baskı artmaya devam etse de İslami tutuculuk, ana akım İslam’ın erken dönem düşüncelerini ve kaynaklarını büyük oranda koruyabilmiş, onları bir derin dondurucuya koyup bozulmadan saklayabilmiş ve böylece modern insanlara ulaştırabilmiştir. Bu Müslüman âlimlerin aldığı sıkı önlemlerin maliyeti Müslüman medeniyeti için ne kadar ağır olmuş olursa olsun, İslami tektanrıcılığın iki büyük öğesinin -Allah’ın birliği ve insanların birliği- İslam bayrağı altında bir araya getirilip gelecek nesillere aktarılması konusunda başarılı olunmuştur. Müslümanlara göre bu, Allah’ın İslam vasıtasıyla insanoğlu üzerindeki nimetlerini nasıl tamamladığının bir örneğidir (5:3).
Sayfa 130Kitabı okudu
·
33 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.