Gönderi

İşsizlik sorununun farkına ilk olarak 1928'de vardım. İşsizliğin sadece bir kelimeden ibaret olduğu Burma'dan daha yeni dönmüştüm ve oraya gittiğimde henüz çocuktum ve ekonominin savaş sonrasındaki yükselişi daha son bulmamıştı. İşsiz insanları ilk kez yakından gördüğümde beni dehşete düşüren ve hayret etmeme yol açan şey, çoğunun işsiz olmaktan utandığını görmek oldu. Çok cahildim, ama yabancı pazarların kaybedilmesi iki milyon insanı işsizliğe ittiğinde, o iki milyon insanın bundan, Kalkütta piyangosunu tutturamayanlardan daha fazla sorumlu tutulabileceğini düşünecek kadar cahil değildim. Fakat o zamanlar kimse işsizliğin kaçınılmaz olduğunu itiraf etmeye yanaşmıyordu; çünkü bu, işsizliğin büyük olasılıkla sürüp gideceğini itiraf etmek anlamına gelecekti. Orta sınıftan insanlar hâlâ "işsizlik ücretiyle geçinen tembel işsizler"den söz ediyor ve bu görüşler doğal olarak işçi sınıfının kendisine de sirayet ediyordu. Berduşlar ve dilencilerle ilk tanıştığımda, yüzsüz asalaklar olarak görmem öğretilmiş bu insanların azımsanamayacak bir bölümünün -belki dörtte birinin- kapana kısılmış bir hayvanınkiyle aynı suskun şaşkınlıkla kaderlerine bakakalan dürüst genç madenciler ve pamuk işçilerinden oluştuğunu görmenin beni nasıl hayrete düşürdüğünü hatırlıyorum. Başlarına ne geldiğini anlayamıyorlardı. Çalışmak üzere yetiştirilmişlerdi, ancak bir daha asla çalışma şansları olmayacakmış gibi gözüküyordu. İçinde bulundukları koşullarda, içlerini ilk olarak kişisel bir aşağılanma duygusunun kaplaması kaçınılmazdı. O günlerde işsizliğe, bir birey olarak sizin başınıza gelmiş ve sizin sorumlu olduğunuz bir felaket olarak yaklaşılırdı.
Sayfa 91 - Can YayınlarıKitabı okudu
·
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.