Gönderi

Bugün gerek Kemalist gerek muhafazakâr tarihyazımında, tek parti dönemiyle çok partili hayat arasında keskin bir kopuş olduğu varsayılır. Hâlbuki 1925'te Fransız ve İspanyol sömürgecilere karşı Türkiye'den destek bekleyen Faslı isyancılara kulak veremeyen Türkiye, 1950'lerde de Cezayirlilerin Fransa'ya karşı bağımsızlık savaşını desteklemedi. 1932'deki meşhur Şark Musikisi Kongresi'ne "Biz Şarklı değiliz." diye delege göndermeyen Türkiye, 1949'da Endonezya sorununu tartışmak üzere toplanan ve Afrika ve Asya ülkelerinin katıldığı ilk siyasi içerikli Asya konferansına da "Biz Avrupa devletiyiz." diyerek katılmadı. 1955'teki meşhur Bandung Konferansı'na ise Nehru'nun deyişiyle "Batı'nın avukatlığı"nı yapan bir NATO üyesi olarak katıldı. 1971'de bile devletin konser salonunda Itrî konseri düzenledi diye Kültür Bakanı Halman gericilikle suçlanıp istifaya zorlanabiliyordu. Velhasıl Sovyetler Birliği yıkılana kadar Türkiye Batı'nın bir parçası olduğu iddiasını zayıflatacak sembolik adımlar atmaktan çekindi. Devlet katında bu aidiyetin çeşitli şekillerde sorgulanmaya başlaması, daha çok Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonradır.
·
93 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.