Gönderi

Sevdiklerimizin değerini bilelim:(
(okumak isteyenler için çok uzun ama duygusal bir metin bırakıyorum buraya -bendenizden-) (Askerden dönen Necmi'nin annesini kaybetmesi üzerine arkadaşına bunu anlatması) Necmi başını büküp olayları tek tek anlatmaya başladı. ‘Valla devrem ne sen sor, ne ben söyleyem. Bizimkiler de bilmez ama benim sonum yakındır. Benim Valideyi hatırlar mısın bilmem, biz askere giderken uğurlamaya gelmişti beni. Rahmetli anacağım hiç unutmam biz yola çıktığımızda arkamızdan ağlayıp durmuştu. Başındaki yazması da rüzgârla uçunca ağarmış saçları ortada parladı kaldı. Erkeklik bu ya ben o zaman gençliğin de verdiği cesaretle hiç üzülmemiş gibi yapsam da içime içime ağlamıştım. Her neyse biliyorsun askere beraber gittiydik ama ben birgün nöbette uyuyup kaldığımdan nöbetçi subaya yakalanıp hapı yutmuştum hatırlıyorsun değil mi? O yüzden senden sonra döndüm askerden. Bana o günün acısını çıkarttıydı nöbetçi subay. Bilerek benim askerliğimi tamamladığıma dair tezkere işini aksattırmış iki gün fazladan askerlik yaptırtmıştı bana. Bir de bu yetmezmiş gibi o iki günde de bütün yemekhaneyi bana temizletmişti. Her neyse köküne kıran giresice o subaya ne küfürler etmiştim o gün. Dedim ya ben senden iki gün sonra döndüm diye. Tezkeremi aldım, askerliğim bitti diye sevinerek dönüyorum eve. Amma ne bileceksin evde ne olduğunu. Bizim eve doğru koşarak gidiyordum ki bir baktım kocaman kalabalık var bizim mahallede. Ee mevsimlerden güz mevsimi, kesin bir düğün var dedim. Ben de heyecanlıyım o kadar. Tezkere alınmış, askerlik bitmiş, az çok marangozluk işini de döndürüyorum tabi. Dedim Latife’me kavuşma zamanım geldi. Aha da bu görünenden daha büyük bir kalabalık içinde düğün yapacağım ona. Gençlik var, kan damarda durur mu hiç? Neyse, adımlarımı yavaşlatıp yaklaştım eve. Askere gideli çok olmuş, ben gittiğimde körpe çocuklar kocaman delikanlı olmuş gibi görünmeye başladı gözüme. Eve yaklaştıkça bir kalabalık, bir kalabalık… Ooo dedim kimin düğünüyse iyi denk geldi. Hem bizim mahallede, bir hayırlı olsun der eve geçerim dedim. Bir de acıkmışım sorma. Ee tabi uzun yoldan geldim. Düğünden bir tas çorba içer eve geçerim diye düşünüyorum. İyice yaklaştım kalabalığa. Baktım bizim komşular falan bana bakıp uzaklaşmaya başladı benden. Dedim ne oluyor burada? Gördüğüm küçüğünden büyüğüne herkese soruyorum: Hemşerim kimin düğünü var? Bir hayırlı olsun diyeyim. Kimseden çıt yok. Allah Allah bu nasıl düğün diyorum, ne çalgı var bu düğünde, ne çengi. Acaba dedim Mevlit gibi bir şey mi var? O arada yeni yetme bir çocuk koşarak yanımdan geçiyordu ki tuttum kolundan. Hele çocuk nedir bu kalabalık, düğün mü var, mevlit mi diye sordum? Çocuk da küçük tabi, bana bir bakışı var görsen inanamazsın tatlı mı tatlı maşallah. Ağabey sen polis misin dedi beni görünce. Hee polisim dedim. Söyle hele bakayım kimin düğünü var burada? Çocuk bir şeyler geveledi ağzında ama tam anlayamadım. Tekrar sordum. Tam anlaşılamayan Türkçesiyle çocuk, polis ağabey bir teyze varmış burada, melek olmuş. Öyle dedi annem dedi. Allah Allah dedim. Melek olmak da neymiş? Biz o kadar asker gibi yaşamışız ki, tezkereyi almamıza rağmen hâlâ asker gibi düşünüyoruz. Sonuçta bir çocukla bir çocuk gibi konuşacağımızı unutmuşuz. Baktım olacak değil düşünerek yürümeye başladım eve doğru. Melek olmuş… bir teyze… İnsanoğluyuz hepimiz işte bazı şeyleri hemen anlayamayabiliyoruz. Tam kalabalığın içine geldim ki ne göreyim, herkes bizim eve doluşmuş. Allah Allah diyorum ne oluyor burada. İnsan olan insan anlardı o zaman ne olduğunu ama ben askerden geliyorum ya aklım hep evde. Diyorum ki kendi kendime, eve bir döneyim. Anacığıma sarılıp elinden öpeceğim, hele babamın önüne geçip, baba ben şimdi tam adam oldum askerliğimi yaptım geldim Allah’ın izniyle dile benden ne dilersen deyip önünde diz çökeceğim. Anasına babasına yarandıktan sonra durur mu genç olan genç? Gidip Latifemi göreceğim. Birkaç güne de kalmaz gider isteriz ailesinden, sonra da evleniriz diyorum. Tam evin kapısına vardım ki beni görüp tanıyanlar bana yol veriyor. Bir kısmı da tanıyamadı beni. Kime baktınız asker evladım diyorlar. Yandan birisi çıkıp dürtüyor soru soranları. Kulağına bir şeyler söylüyorlar onların. Sonra onlar da çekiliyor yoldan. Derken bir anda karşıma babam çıkageldi. Hemen sarıldım eline. Öyle içten öpmüşüm ki elini, sankim âşıklar birbiriyle öpüşüyor gibi. Ben babama sarılayım diye doğruldum ki babamın gözünden yaş akıyor ama böyle ağlıyor diyemezsin görsen. Erkek milleti işte, ağlaması bile sessiz oluyor. İnsan olan insan her şeyi anlardı şimdiye kadar, tabi ben aklı başında bir insan olmadığım için anlamış olsam da anlamamış gibi davrandım. İçime yavaştan bir akşam karanlığı oturmaya başlayarak, baba dedim; aklıma gelen şey değil, değil mi? Allah’ını seversen söyle, değil de. Bak bana askerlik yüzyıl gibi geldi, istersen gidip bin yüzyıl daha yapayım ama onu deme dedim. Bir şey yok de, düğün var de, ne bileyim rahmetli dedenin ruhuna yemek veriyoruz de gözünü seveyim. Desene baba. BABA… BABA NEDEN SUSUYORSUN BABAAA! İçime kan, yanaklarıma yaşlar süzülmeye başlamış ki arkadan bir hadsiz çıkmış, başın sağ olsun gardaşım demez mi? Sen misin bunu diyen, askerlikte iyi antrenman yapmışım, her Allah’ın günü koşu, her Allah’ın günü yat kalk şınav mekik derken güçlüyüz tabi. Arkama dönüp bunu diyen adama bir vurdum ki vuruş o vuruş. Adam yuvarlandı gitti. Bir kısım insan beni tutuyor, bir kısım insan yuvarlanan hadsizi kaldırmaya gidiyor. Devrem söyle bana, anasını kaybetmiş birisine o anda ‘başın sağ olsun denir mi hiç?’ Anan burada merak etme denir, yaşıyor şimdi çıkıp gelecek denir. Ne bileyim en kötü, anan rahatsızlandı da biz ondan buradayız, geçmiş olsun demeye geldik falan denir. Bre cahiller, insanın anası ölür müymüş hiç? Söyle bana devrem, anası ölmesine rağmen yaşayan insan gördün mü sen? Varsa ya bir tanedir ya da iki. Onların da yaşadığı söylenemez ya zaten. Olsa olsa yaşadığını zannediyorlardır. Neysem, kalabalık o hadsizi aldı götürdü dışarıya doğru. Ben ise olduğum yerde donakalmışım. Birileri bir şeyler diyor duymuyorum, babam yaklaşmış elimden tutup çekiştiriyor yürümüyorum. Sanırsın an denen şey yok olmuş, ya da o an içinde ben yok olmuşum. Bütün dünya işlerinde devam ediyor, sanki ben edemiyorum gibi. Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum. Biraz zaman geçti ki babamın sesini duyar gibi oldum. Gel evlat, gel diyor. Sarhoşmuşum gibi adımlarım bir sağa, sola giderken sendeleyerek eve girdim. Babam kolumdan tutup boş bir odaya götürdü beni. Diyorum ki kendi kendime, birazdan birisi beni dürtecek hemşerim senin köy bura mı? Buraysa geldik hadi geçmiş olsun diyecek. İnsan bazı anları hiç yaşamak istemiyor sonuçta. Biraz geçti kimse dürtmüyor beni. Ne uyandıran var, ne hemşerim diye seslenen. Aklım başıma geldi o anda. Baktım babam karşıma geçmiş yerde oturuyor. Halının üzerinde oturmuş, boş boş yeri seyrediyor. Ne bir şey dediği var, ne de diyeceği. Derken başladım konuşmaya: ‘Baba dedim, nasıl oldu? Neden oldu? Anlat bana dedim. Her şeyi bilmek istiyorum. İyisiyle kötüsüyle her şeyi… Babam dağ gibi adamdı da ilk defa bir dağın yıkılışına şahit oldum o gün. Yavaşça kalktı oturduğu yerden. Benim de elimden tutup kaldırdı ayağa. Kaya gibi sert suratıyla baktı bana. Bir sarıldı ki bedenime ne olduğunu anlayamadım ben. O güne kadar babamın bir tane bile üzüldüğüne şahit olmayan ben, babamın kollarımda hüngür hüngür ağladığına şahit oldum. Bir insanı yaşatan ruhtur bilirim de ruhu çıkmamış bir insanı öldüren nedir be devrem? O anda babam bana sarılmış akciğerleri çıkacakmışçasına ağlıyor, durabilir miyim ben? Başladım istemsizce ağlamaya ben de. Kaç dakika birbirimize sarılıp ağlamışız bilmiyorum. Derken kapının dışarıdan vurulduğunu duyduk. Silkelenip kendimize gelmeye çalıştık. Babam kollarını gevşetip ağlamayı kesti ve gözünden akan yaşları sanki hiç akmamışçasına sildi. Ben de ağlamamaya çalışıyorum ama olmuyor, sesim çıkmıyor ama gözümden yaş süzülüyor. Sanırsın akacak kan damarda durmaz dediklerinden… Babamın şöyle bir silkelendiğini gördüm ve o anda tekrar kapıya bir el vurdu. Babam açtı kapıya baktı. Kusura bakmayın imam efendi geldi, dedi birisi dışarıdan. Babam çıktı gitti. Ben de hemen çıkıp babamın arkasında yürüdüm ve kolundan tutup durdurdum onu. Zar zor sesim çıkıyordu ama yine de konuştum: ‘Nerede? Baba nerede? Bırak da son kez göreyim. Buna hakkım vardır. İnsan anasını son kez görmek ister, ben de istiyorum. Allah’ını seversen son bir kez göreyim.’ Bu sözlerim üzerine babam beni tutup yatak odası olarak kullandığı odaya getirdi. Kapıyı açıp, orada dedi. Son kez gör, son kez konuş onunla. Bundan sonra konuşmak istersen ne senin, neden benim annem olmayacak dünyada. Çok sonraları anladım ki insanın eşi bazen, belki de her zaman annesi gibi de oluyormuş. Her neyse, girdim odaya. Beyaz bir bez parçası var yatağın üzerinde. Altında birisi var fark ediyorum. Sanki bir an kıpırdayacak da, hoş geldin oğlum deyip boynuma sarılacak gibi. Sanki kalkıp bana, ee anlat bakalım nasıl geçti askerlik, iyi miydi, zorluk çektin mi diyecek gibi… Ama anladım ki insan bir şeyi ne kadar umut ederse etsin, olmayacak bir umut sadece insana acı veriyormuş. Bazı anlar vardır ki hiç ama hiç yaşanmak istenmez. İşte o an orada, o odada bulunmayı ben istemiştim ama yine de orada bulunmak istemezdim. Adımlarım ileri gitmek istemiyordu ama zorlaya zorlaya o beyaz bez parçasına yaklaştım. Elimi zar zor uzatarak dokundum bez parçasına. Önce anlamadım. Annem bunun altında üşümüyor mu diye düşündüm. Kesin üşümüştür, şuradan bir battaniye alıp üstüne örtsem dedim kendi kendime. Neye yarar, kaybolmuş bir his gibi çaresi olmuyor işte bazı şeylerin. Daha elim bez parçasına gitmeden sanki bir şey bez parçasını açmak istiyor gibiydi. Biliyordum, bir evde cenaze varsa o cenazenin bulunduğu oda sıcak tutulmamalı, aksine serin olmalıydı. Bundan dolayı da pencere açık bırakılmıştı. Pencereden esen hafif bir güz yeli, bez parçasını az çok dalgalandırıyordu. Anam dedim. Anacığım bak sen de kalkmak istiyorsun. O bez parçası boşuna dalgalanmıyor üzerinde, kalkmak istiyorsun da gücün yetmiyormuş gibi. Eğer kalkacaksan tutayım elinden ha ne dersin ana? Bak, tut kaldır de şu evi tutup kaldırmazsam namerdim. Sanki çok yorulmuşsun da derin bir uykuya dalmışsın gibi. Sen uyanır mısın yoksa ben uyandırayım mı ezan okununca? O kadar da güzel uyuyorsun ki anam, senin yerine ben kılarım namazını. Niyet ettim anam yerine derim. Sen yeter ki şu yorgunluğunu at üzerinden ve kalk ayağa. Hem bak ben askerde tatsız tuzsuz yemekler yedim, senin yemeğini özledim. Biliyor musun hiç unutmam birgün sabah bütün koğuş kalkmışız ayağa kahvaltı ediyoruz. O gün de haşlanmış yumurta verdiler bize. Haşlanmış dediğime bakma ala çiğ yedik bütün koğuş. O yumurtayı yerken aklıma sen geldin. Ah rahmetli kardeşceğizim de tabi. Hani babam iş güç koştururken yiyecek bir şey bulamamıştık birgün, sen de bir yumurtayı sıcak suda kırıp bize vermiştin. Ne tesadüftür ki o günü yaşadığımı hayal ettim askerdeki o kahvaltıda. Ama çok üzüldüm inan ki. Kardeşimi tam hatırlamıyor olsam da bir zamanlar bir kardeşi olduğunu bilmesi iyi geliyor insana. Anacığım hem bak sana ne diyeceğim biliyor musun? Bizim koğuşta bir onbaşı vardı, bir görmen lazım aynı babama benziyor. Babamı bilmesem o diyeceğim. Tabi babamdan da genç... Babam duymasın ama biraz da ondan yakışıklı gibi. Eee tabi babam da yaşlandı canım, ona da bir şey diyemeyiz ki… İnan ki devrem ne kadar öyle konuştum anamın cenazesiyle bilmiyorum. Biraz zaman geçti, kabullenemiyorum anamın öldüğünü. Aklım başıma biraz sonra gelmiş olacak ki anamın üzerinde efildeyip duran bez parçasını ellerim titreye titreye kaldırdım. Anacığımın gözlerine baktım ilk. Gözleri bir yere bakıyordu. Sanki tavanda bir leke görmüş de eskiden olduğu gibi, Necmi evladım buraya ne yaptın böyle, daha yeni silmiştim ama diyecek gibi. Sessizce ben de baktım anacığımın baktığı yere. Hiçbir şey yoktu. Ah anam dedim, yine kim bilir hangi lekeyi gördün de bana kızmaya kıyamadığın için susuyorsun öyle boşu boşuna. O an sanki anam başını çevirip bana bakacakmış gibi hissettim. Bir kere baksa başka hiçbir şey istemeyecektim. Yeter ki bir kere başını çevirip bana baksın ve o andan sonra isterse hiç bakmasın. Ama olmadı, anam bana bakmadı. Bir daha ne anam bana baktı, ne anamın baktığı gibi birisi… Biraz sonra babam odaya geldi. Beni ve anamı öyle görünce kederinden kahroldu zavallı babacığım. Yapacak bir şey yoktu. Çaresinin önemli olmadığı her şeye çare bulunuyordu da o anda anamı geri getirmeye bir çare bulunmuyordu. Babam beni kenara çekip anamın yüzünü geri örttü. Biraz teselli de etti beni. Oğlum buna çare yok, hepimiz birgün bunu yaşayacağız, lütfen biraz olsun toparla kendini. Ağlamak istiyorsan beraber ağlarız ama şimdi sırası değil. Anan seni ağlarken görsün ister misin dedi ki o anda birden, hayatta istemez dedim. Ee öyleyse ananın yanında yapma böyle. Akşam olsun söz oturup beraber ağlayacağız dedi. Ben biraz olsun sakinleşmiştim. Birkaç dakika durduk babamla içeride. Annemin yanında yani. Biraz konuştuğumuzu hatırlıyorum. Ne konuştuk tam bilmiyorum ama bir ara babama, baba anneme söylesek de akşama bize o güzeller güzeli elleriyle bir yemek yapsa olmaz mı? Askerde özledim valla dediğimi hatırlıyorum. Babam bunları duyunca sessizce başını eğdi. Hiç cevap vermedi. Biraz daha zaman geçti ki babam da, ben de kendimize geldik. Birazdan içeriye imam efendi girdi. Hazırsanız gidelim dedi. Mecbur hazırdık, başka çaremiz yoktu. Tahtadan yapılmış bir tabutu içeri getirdi birkaç kişi. Babam, ben ve tanımadığım iki kişi annemi tabutun içine koyduk. Sanki annemi değil de kırılacak bir eşyayı taşıyormuşuz gibi hissettim ilk başta. Daha sonrası annem olduğunu fark edip aman canı yanmasın diye yavaşça bıraktım tabuta. Tabutun üstünü üçgensi bir tahtayla kapatıp omzumuza aldık ve mezarlığa defin işlemi için yürümeye başladık. Mezarlık bizim evden fazla uzak değildi. Uzak olsa ne olacaktı ki? Bizim evi alıp götürüyordu sonuçta. Evi ev yapan annemizi. Mezarlığa vardık ve musalla taşına koyduk tabutu. Bütün cemaat namazını kıldık anamın. Biraz önce ‘sen uyanma ben senin adına niyet edip namazını kılarım’ dediğim annemin namazını kılıyorduk. Namaz sonunda hakkınızı helal eder misiniz diye sordu imam efendi. Elbette ederiz dedik. İyi de olsa, kötü olsa bir insanın cenaze namazı kılınıyorsa o soruya ‘ederiz’ demek zorunda hissediyordu insan. Üstelik o namaz annemin namazıydı. Kimse bile isteye etmeyiz diyemezdi. Ondan daha iyi bir anne var mıydı sanki? Cenaze namazında sonra tabutu omzumuza alacağımız ana kadar geçen o kısacık saliselerde aklıma çocukluğumda büyüklerin konuşmasından duyduğum bir şey gelmişti. Demişlerdi ki birbirlerine ‘insan vefat ettiğinde defin edilinceye kadar kendi cenazesini bedeninin üzerinden görürmüş, kimlerin geldiğini, kimlerin gelmediğini, kimlerin hakkımızı helal ederiz dediğini, kimlerin cenazesinin üzerine toprak attığını görürmüş.’ Benim de aklıma bu gelmişti. İstemsizce başımı tabutun üstüne doğru kaldırdım. Belki annemin ruhu oradadır, görürüm dedim ama yoktu görememiştim. Çocuktum hatırlıyorum. Birgün bize bir aile misafirliğe gelmişti. Misafirlerin kim olduğunu bilmiyorum ama ben odada bir o yana, bir bu yana koşturuyorum. Biraz koşup yorulduktan sonra babamın yanına oturup konuşmaları dinlemiştim. Misafirlerden yaşça büyük olan ve pos bıyıklı olan bir amca askerde bir şehidin defnedilmesinden bahsetmişti. O gün ne dediklerini hiç anlamasam da şimdi çok iyi anlıyorum. Pos bıyıklı amcanın dediğine göre şehidin henüz yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğu vardı. Bu çocuk pat çat ancak konuşuyordu. Şehidimiz Allah gani gani rahmet eylesin, defnedilince bu küçük çocuk başını göğe kaldırıp, ‘anye bah papa’ demiş. Bunu yıllar sonra düşünüp çok ağlamıştım. İşte ben de annemin cenazesinin başında o küçük çocuk ümidiyle başımı göğe kaldırmıştım ama nafileydi. Annem yoktu. O çocuk kadar olamamıştım. Görememiştim. Sonra hep beraber cenazeyi kaldırıp önceden kazılmış mezarlığa yürüdük. Tabutu omuzlarımızdan indirip yere koyduk. İki tane dayım vardı. Yıllarca hiç görüşememiş olsak da onlar mezarın içine indi. Beni de çağırdılar yanlarına. Ben inemedim, babama baktım. O da, ‘hadi evladım senin hakkın dedi.’ Kadınların cenazesinde eşleri mezara inemiyormuş bunu bilmiyordum tabi o zamanlar. Ben de indim mezara istemsizce. Annemi beyaz kefenler içinde dayılarıma ve bana verdiler. Dayılarım ne yapacağımı bana söylüyorlardı, ben de öyle yapıyordum. Annemi, görmesem de sağ tarafına doğru yatırdıklarını hissettim. Yavaşça büyük dayımın kulağına ‘dayı annem hep yüz yukarı yatardı, öyle yatırsak olmaz mı?’ dedim. Dayım da bana sessizce ‘öyle olmaz ben sana sonra anlatırım’ dedi. Sonra annemin üzerindeki yerlere taş bloklar koyduk. Bu bloklar anneme değmiyordu ama. Önceden hazırlanmış bir taş vardı oraya denk geliyordu. Taşları çaprazlama olacak şekilde dizdi büyük dayım. Küçük dayımla biz çıktık mezardan. Büyük dayım da çıkınca sırayla hepimiz toprak attık mezara. İçinden ama bu mezar dar, annem rahat edemez ki orada diyordum. O arada imam efendi bazı dualar okudu. Sonra hepimiz mezarlıktan çıktık. En önde babam çıktı, arkasından da ben çıktım. Babam ile biz mezarlığın giriş kapısına durup her gelen geçenin ‘başınız sağ olsun’ demesine, ‘sağ olun, dostlar sağ olsun’ diye cevap veriyorduk. O anda aklımda tek bir soru vardı, ‘acaba annem şu an o mezarda ne yapıyordu?’ Bütün bunlardan sonra eve dönmeye başladık. En önde ben gidiyordum. Adeta hızlı koşmayı yeni öğrenmiş bir tay gibi en önde gidiyordum. Eve varır varmaz evin önündeki kadınların hiçbirine bakmadan yatak odasına gittim. Aklımca annemi arıyordum. Onu bulsam ‘anne seni defnettik’ deyip ekleyecektim: ‘Ben askerden döndüm, artık tezkerem var…’
··
333 views
Gül Dane okurunun profil resmi
Çok acı 🥹🥹🥹 Emeğine yüreğine,kalemine sağlık 👏🪻
Tacettin AK okurunun profil resmi
Gül Dane
Gül Dane
çok teşekkür ederim. Her ne kadar bu yazıyı yazdığımda günlerce doğru düzgün uyuyamasam da değdiğine inanıyorum. İnşallah okuyanlarca beğenilir 🎊🤲
4 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.