Yaşamaklar da insanı, aşkı ve ilişkileri anlatırken
Duvarlar da daha geriden ve daha üstten bir bakışla toplumu ve zamanı anlatıyor bize
Caner Almaz . Duvarların varlığını ilk kitapta seziyoruz da, ne denli büyük olduğunu ve nasıl örüldüğünü ikinci kitapta anlıyoruz.
70li yılların İstanbul'unu, siyasi iklimini, büyük olayların küçük ve sıradan insanları nasıl darmadağın ettiğini okuyoruz Duvarlar'da. Bana İstanbul'u, Beyazıt'ı, öğrencilik yıllarımı, gençlik telaşlarımızı, kimlik arayışlarımızı ve aidiyet özlemimizi anımsatan bir kitap oldu.
"Siyasetin evde, yemek masasında görünmez bir kişi gibi olduğu" bir atmosferde -kaçınılmaz olarak- taraf taraf bölünen toplumu, elbette bir tarafta durarak ve fakat tarafgir olmayan bir üslupla, empatiyi elden bırakmadan anlatıyor yazar, beni bu kitapta yakalayan şey de işte bu anlatım oldu.
Aşk ve ilişkiler, içinde bulunduğu toplumdan ne büyük darbeler alıyor, değil mi sevgili okurlar? İnsan, sevmekle ve sevilmekle bir küçük dünya kuracağını hayal ediyor, fakat bir de bakıyor upuzun duvarlar ardında yapayalnız kalıyor.
Duvarlar yüksek, yollar taşlık, insan naif, yine de aşk var. Okuyunuz.