İnsan gün geçtikçe ne kadar uzaklaşıyor sadelikten. Sahi, bitmek tükenmek bilmeyen bu ‘yeterli değil’ hissi nereden geliyor? Hem neden herkes birbirine benzemeye çalışıyor? Kibir olarak algılamayın lakin bu yüzyılın nadir rastlanan insanlarından biri olarak hissediyorum kendimi. Sanki tek yönlü bir zaman makinesiyle gelip içine düşmüşüm gibi yabancıyım bu çağa ve bu çağın insanlarına.
Ne gördüğüm yüzler samimi ne de duyduğum sözler doğru gelmiyor artık bana. Öyle ki aynı fabrikadan çıkmışlar gibi birbirine benziyorlar. Sosyal platformlarda birbirlerine yaklaştıkça kendi benliklerinden uzaklaşıyorlar. Aynadaki yüzlerini tanıdıkları kadar ruhlarının farkına varamıyorlar. En son hangi gece yıldızlara baktın sorusuna cevap verebilecek insan sayısı çok az artık. Çünkü öylesine yere bakıyor ki başımız, gökyüzüne bakmayı bıraktık. Sanırım biz nefes almayı değil belki ama “yaşamaktan” uzaklaştık…
Bir hamal gibi yoruluyorum tüm bunları düşünürken. Hislerime yabancı olan insanlarla yaşamak zorunda kalmak, yalınayak cam kırıklarına basmak gibi kesiveriyor umudumu. Sevmeyi, şık olabilmeyi geçtim artık anlaşılmaya muhtaç hissediyorum kendimi. Sahaflar çarşısında bir tabure olsaydım diyorum bazen ya da bir ağaç dalı. Dinleseydim kitapların ve kitap seven insanların sessizliğini. Her geçen gün daha da kötüye giden bu hengame arasından kurtulurdum. İnsanlarda bulamadığım naifliği, elbet kitaplarda bulurdum.
Tüm bu geçen zaman, saçlarımdaki beyazlar ve gözlerimde oluşan kırışıklılar, hiçbiri üzmüyor beni. Çünkü ruhum henüz okula yeni başlayan bir çocuk gibi. Aramaktan asla vazgeçmiyor. Geleceğini bilmediği bir tren garında, rayların üzerinde, tünelden çıkacak bir umut ışığı bekliyor. Kalbimin rengarenk çiçekleri defter arasına saklanmış güller gibi solsa da, ruhum asla pes etmiyor. Bir bulmacanın eksik son 5 harfini arıyor:
Cevap: İnsan….
Vesselâm 🍂