Gök deniz, mis mavinin
Ufuk menteşeli kalıpları, beceremiyordu,
Keşepçelenmiş ya, bu adamı tesviye edip dışa atmayı.
Taşları sarsmakla ve pençe tehdidi ile
Varlıklarını gösteren celil tanrılar,
Taş-kafa, Pençe-ayak, bunun farkındaydı.
Öyle de, o herif madem
Omurgası, dimdik duran kulübesinin
Keresteleri misali bükülmez halde kapı
Eşiğinde kahkahadan kırılarak oturacaktı da,
Bu ihtiyar zorbalar onca soğuğa ve sıcağa niye
Meşakkatle göğüs gerdiler, somurta somurta?
Katı tanrılar ordaydı, başka da bir şey yoktu.
Yine de adam başka bir şeyi baş tacı ediyordu.
Taş ya daazmış bir çömlek değil onun sevdiği,
Ama bir çeşit yeşil manası.
Onlara direniyordu, bu münzevi.
Taş suratlıydı, yengeç pençeliydi de yeşile çalışıyordu.
Martılar, burunlarını dışarı en yeşil ışıkta çıkarıyordu.