Gönderi

Bir kadın, hayatını güzel, temiz ve küçük bir pakete tıkıştmrmış gibi yaptığı zaman, aslında sadece bütün hayati enerjisini gölgeye sokarak yay gibi germektedir. Böyle bir kadın, “İyiyim, ben iyiyim,” der. Odanın diğer köşesinden ya da aynada ona bakarız. Biliriz ki, iyi değildir. Sonra bir gün bir zurnacıyla tanışıp bilardo salonu güzeli olmak için Tippicanoe’ye kaçtığını duyarız. Ve ne oldu diye şaşırırız, çünkü biliriz ki, zurnacılardan nefret etmektedir ve her zaman Tippicanoe’de değil, Orcas Adası’nda yaşamak istemiştir. Üstelik, daha önce bilardo salonlarından hiç söz etmemiştir. Henrik Ibsen’in oyunundaki Hedda Gabler gibi, Vahşi Kadın da bir yandan dişlerini gıcırdatırken, bir yandan da “sıradan bir hayat” yaşayabilirmiş gibi davranır, ancak, her zaman ödenecek bir bedel vardır. Hedda sinsice tutkulu ve tehlikeli bir hayatın içine sızar, eski sevgilisiyle ve Ölümle oyun oynar. Dışarıdan bakıldığında şapkalar takmaktan ve kurumuş kocasının sıkıcı hayatına ilişkin dırdırlanna kulak vermekten hoşnutmuş gibi görünür. Bir kadın görünüşte nazik, hatta sinik olabilir, ama içten içe kanamaktadır. Ya da Janis Joplin gibi, bir kadın artık dayanamaz hale gelene kadar boyun eğmeye çalışabilir ve derken gölgede kalması için zorlanmaktan aşınan ve hastalanan yaratıcı doğası, bir insanın yeteneklerini ve bizzat hayatını gözardı eden pervasız yöntemlerle “yetiştirme” ilkelerine isyan ederek şiddetli bir şekilde patlar.
Ayrıntı Yayınları
·
324 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.