Gönderi

"YAZGI" FİLMİ ÜZERİNE
▪︎bu yazıda filmin özellikleri, konusu hakkında bilgi sahibi olmakla beraber spoiler bölümünde filmde sevdiğim alıntıları ve film hakkında analizlerimi okuyacaksınız. çirkin ve çirkinliğiyle etkileyen Musa ve hayatı hakkında duraklayıp düşünmek gerek. ve çokça acı çekmek: insanın var oluşundaki kötü talih için. °YAYIN TARİHİ: 9 Kasım 2001(Türkiye) °YÖNETMENİ: Zeki Demirkubuz °SENARYO: Zeki Demirkubuz °HİKAYE: Albert Camus("Yabancı"romanı) °TÜRÜ: dram °OYUNCULARI: Serdar Orçin(Musa), Zeynep Tokuş(Sinem), Engin Günaydın(Necati), Demir Karahan(Naim), Feridun Koç(Yavuz), Şehsuvar Aktaş(Savcı), Necmi Aykar(2. savcı) ve diğerleri °KONUSU:(konu metni istanbul.modern.org sitesinden alıntıdır) "Bir yönetmen olarak beni en cezbeden şey insan doğasının karanlık yanı" diyen Zeki Demirkubuz, Albert Camus'ün "Yabancı" adlı romanından esinlenerek senaryolaştırdığı "Yazgı"da, nedeni olmaksızın kendisini suçlu hisseden ve iradesini kullanmayı reddeden bir insanın tuhaf, akıl dışı öyküsünü anlatır. "(...) Yazgı, bir yönüyle de Musa'nın son derece yeknesak ve sıkıcı gündelik hayatı üzerine bir film... Mütevazı bir apartman dairesinde yaşayan, gündüzleri sıkıcı bir ofiste çalışan, akşamları boş bakışlarla televizyon seyreden, sabahları inşaat sesleriyle uyanan, canı sıkıldıkça pencereden dışarı bakan, insanlar bir şey anlatırken mekandaki nesneleri inceleyen sıradışı bir karakterin filmi bu... Şüphesiz Demirkubuz'un Musa'yı defalarca dairesine giri çıkarken, gıcırtılı kapıları açarken, elektrik düğmesini çevirirken göstermesi tesadüf değil. Gündelik hayatın sıkıcılığını anlamadan Musa'yı anlamak zor."-Mehmet Açar //SPOİLER\\ °ALINTILAR > Musa: annem ölmüş. bu sabah. ya da dün gece. bilmiyorum. > adaletsizlik daha dünyaya ayak bastığım zaman başlamış. > Sinem: çok üzüldün mü? Musa: sayılmaz. S: ne kadar açık sözlüsün. M: niye? S: bilmem. hiç sakınmıyorsun. nerdeyse sevindim diyeceksin. ☆M: her insan yakınlarının ölümüne biraz sevinir. annesi bile olsa farketmez. > S: benimle evlenmek ister misin? M: benim için farketmez. eğer sen istersen evleniriz. S: peki beni seviyor musun? M: bilmiyorum. S: öyleyse neden evleneceksin? M: bunun bir önemi yok. istiyorsan evleniriz. S: evlilik ciddi bir iştir. ☆M: değildir. .. S: teklifi başka bir kadın yapsa kabul eder miydin? M: ederdim heralde. S: peki sence ben seni seviyor muyum? M: bunu hiç düşünmedim. .. S: seninle evlenmek istiyorum. M: ne zaman istersen. > SAVCI: senin için sessiz ve içine kapanık biri diyorlar. ne dersin? MUSA: konuşacak fazla şeyim yoktur. o yüzden susarım. > ☆M: ... insan sevmesine sever annesini ama... sıkılır bazen. ya da yalnız olmayı ister... yani ölmesini istemez ama... böyle de olsun ister... yani bunun gibi bir şey. ☆> AVUKAT: bütün sanıklar yaptıkları eylemlerden dolayı suçlanırlar ancak yaptıkları eylemlerin toplumsal ve ahlaki anlamları yüzünden cezalandırılırlar. ☆> M: insan ben suçluyum diyebilir ama suçsuzum diyemez. ☆> SAVCI 2: ... gerçekten Tanrı'ya inanmıyor musunuz? MUSA: hayır. S2: nerden biliyorsunuz? oturup üstüne düşündünüz mü hiç? M: benim için düşünmeye değer bir şey değil bu. > ... S2: bu kadar mı umutsuzsunuz? M: umutsuz değilim. bazı konularda hep umutlu olmuşumdur. S2: hangi konularda mesela? M: beni doğrudan ilgilendiren şeyler konusunda. S2: arzularınız ve istekleriniz gibi mi? M: öyle de denilebilir. > ... M: insanın istediği gibi davranmasında anlaşılmayacak bir durum yok benim için. > ... S2: çocuk öldürmenin iyi bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz? M: çocuklar için iyi bir şey değildir tabii ama öldüren için iyidir. > S2: peki sağlıklı ve normal bir insanın böyle bir istek duymasına ne sebep olabilir? M: hapishaneler, akılalmaz suçlar işlemiş sağlıklı insanlarla dolu. ☆> S2: her nolursa olsun insan yaptığının anlamını savunmak ister. bunu yapamazsa kendini yok eder. > S2: ..yok yere kendinizi ipe göndermeye kalkmanın nedeni bu olamaz mı: annenizin ölümüne sevinecek kadar sevgisiz, karınızın sizi aldatmasına ilgisiz kalacak kadar inançsız olmanın altından kalkamadığınız için yapmış olamaz mısınız? M: sahiden bu kadar karışık mı olduğunu düşünüyorsunuz? S2: en azından söylediğiniz kadar basit olmadığını biliyorum. M: söylediğimden daha da basit. ama siz karıştırmayı seviyorsunuz. > S2: peki bütün insanlık iki yüzlülük mü yapıyor? M: daha da beterini. insan olmanın bütün bedelini benim gibilerin omzuna yıkıp kaçıyor. > S2: ..eğer gerçek bu bile olsa karımızın bizi aldatmasına seyirci kalıp, annemizin ölümünden sevinç duymayı kabul edersek geriye pek bir şey kalmaz. insan ruhu bu kadar da boş olamaz. ☆M: ya bu kadar boşsa? S2: o zaman o ruh için dua etmekten başka çare kalmamış demektir. > M: sonra yatıp seviştik. sabaha karşı uyanıp kalktım. pencereyi açıp sokağı seyrettim. bir an her şey artık sona eriyormuş gibi geldi ve uzun zamandan beri ilk defa annemi anımsadım. o uzun ve saçma yılların sonunda o gece ölüme o kadar yakınken neler hissetmişti acaba, aklından neler geçmişti diye düşündüm. o an içimde bir şey kımıldar gibi oldu, heyecanlanıp dinledim. ama ruhum hala bomboştu. °FİKİRLERİM VE ANALİZLERİM ▪︎bir sahnede sinem musa'nın ona "gelmiyor musun?" diye sormasından sonra kapının önünde, ışığın altında, başı eğik bir halde biraz bekliyor. düşünüyor. o halde dururken ışık kapanıyor ve karanlıkta kalıyor. o an kararını verdiğini ve ne karar verdiğini anlıyoruz. o musa'nın karanlığını seçiyor. ve musa'nın evine adım atıyor. kapıyı yüzü bize dönük bir şekilde kapatıyor. aralıktan yüzünü görüyoruz. karar vermiş ama bu kararını kapıyı kapatırken bile gözden geçiriyormuş gibi görünen, kararının sonuçlarının belirsizliğinden dolayı korkan ve çekinen, masum yüzünü. ▪︎12:23'te kapının yanındaki dolapta musa'nın annesinin bir giysisi asılı. 59:39'da ise sinem'in musa'nın da söylediği gibi musa sinem'i sevmiyordu ve onun için sinem'in bir önemi yoktu. musa için sinem; sadece annesinin yerine geçen bir kadından, evde varlığı bilinen ama varlığı yokluktan farksız olan, ara sıra ona bir şeyler söyleyip onunla konuşan ve ara sıra cinsellik yaşadığı bir insandan ibaretti. ▪︎ filmde gölgeler dikkatimi çekti. necati'nin metresinin abileri bilardo salonuna gelene kadar musa'nın gölgesi hiç tam görünmedi. sinem'in ve necati'nin gölgesini gördük ama musa'nınkini görmedik. daha doğrusu tam göremedik. sinemada, sinema sonrasında ve daha çok silah sahnesinde biraz gördük.. bilardo salonunda metresin abileri geldiğinde ise musa'nın gölgesi tamamen göründü. karanlık ona yaklaşınca musa'nın karanlığı belirginleşti ve biz çekinmeden iki insana silah sıkan musa'yı izledik. ▪︎sinem ve musa'nın ayrı kanepelerde oturduğu sahneyi bilir izleyenler. musa sağdaki koltukta oturur. kırmızı koltukta. cinsellik, güç, hırs, kararlılık, tehlike, talepkarlık, cesaret gibi özellikleri olan renkteki koltukta. oturuşu ilkel erkeğin otoritesini ve rahatlığını gösterir. önüne bakıyordur musa. ciddidir. gözleri her zamanki boşluk, kötücüllük hislerini verir. bir kolu bacağının üstünde bir kolu yeşil yastığın üstünde durur ve bize sakinliğini, rahatlığını yansıtır. oturduğu koltuk tamamen kırmızı değildir. koltuğun başı beyaz,gri,kahverengi karelidir. musa'nın her zamanki renkleri. yalınlık, ilgisizlik, denge, sakinlik, hareketsizlik, otorite, doğallık barındıran renkleri. sinem soldaki koltukta oturur. koltuk beyaz renkli ve gri, kahverengi çizgilidir. saflığı, masumiyeti, yalınlığı, ilgisizliği, hareketsizliği,sakinliği, güveni çağrıştırır. ilkel pasif kadın oturuşu vardır. boşvermiş bir oturuşu vardır. sinem sanki son gücüyle ceketini çıkarmış gibidir. ceket dağınık konmuştur. bacaklar ilgisiz bir konumdadır. elleriyle oynar sinem, streslidir. yüzü ise zaten tüm üzüntüsünü, saflığını taşır. kanepelerin hemen arkasında ve arada tüm kahverengiliği ile duran dolap, sanki musa ve sinem'in arasında bulunan bir duvar gibidir. ▪︎koltuklar evlilikten sonra değişmiştir. bu bana evlilikten önce erkeğin tutkusunun fazlalığını, evlilikten sonra erkegin tutkusunu bitip kadının tutkusunun artmasını çağrıştırdı. ve bu sefer musa'nın kolunun altında sarı (dikkat, açıklık,samimiyet,iyimserlik,arkadaşlık) bir yastık, yüzünde de hafif bir gülümseme var. ▪︎musa'nın yüzü ciddidir. arzuları dışındakileri umursamayan bir insandır. yaşaması bir insanın canlılığını; hareketlerindeki sadelik ve çoğunlukla durağanlık bir robotun cansızlığını hatırlatır. benim ilgimi çeken gözleri. sanki gözlerinde bir tiksinti, ve belki de gizli olan bir öfke, kötücüllük, karanlıktan zevk alma vardır. ▪︎silah sahnesi.. musa silaha büyük bir merak ve tutkuyla bakıyor. bizde önce necati gibi musa'ya gülerek bakıyor sonra ciddileşip düşünerek bir silaha bir musa'ya bakıyoruz. musa karanlığı seviyor. ▪︎necati bilardo masasında sarı topa vuruyor ve top önce beyaz topu sonra kırmızı topu vuruyor. benim için burda sarı arkadaşlığı, samimiyeti; beyaz saflığı, temizliği, insanın aydınlığını; kırmızı da tehlikeyi, talepkarlığı çağrıştırıyor. necati (sarı top) arkadaşça bir tavırla saflığı(beyaz top) gösterse de önce, sonu (kırmızı top) tehlike oldu. musa ise sarı topa hiç vurmadı ki savcı-musa diyaloğunda musa necati için "benim arkadaşım yoktur ama severim kendisini." dediği için çok güzel bir detay daha. musa kırmızı topla beyaz topu vuruyor. musa'nın talepkarlığı, tehlikeyi isteyişi onun aydınlık tarafını vurup öldürüyor. ▪︎ necati'nin, musa'nın, metresin abilerinin sigara içtiği yerde "kavga etmiyor olsalar iyi anlaşırlardı diye geçirdim içimden. metresin abileri, necati ve musa'nın başka bir versiyonu gibidirler filmde. kendileriyle kavga eden iki grubu izleriz. necati küfür edip onları kışkırtmak ister. abilerden necati'ye benzeyen bu numarayı bilir, musa'ya benzeyen küfürü duyunca atılsa da necati'ye benzeyen onu tutar. karşı karşıya gelir iki grup. necati'ye benzeyen necati'ye bir tokat atar. bu necati'nin kendine olan kavgasının hafifliğini ama ayrıca necati'nin canını acıtan yönünü gösterir. bir tokattan bu kadar canının yanmasını beklemeyiz. bu tokat; necati'yi hafife aldığımız için onun da kendi içinde kavgasının acı verici olduğunu bilmemiz gerektiğini gösteren izleyiciye bir tokattır. bu tokattan sonra musa ona benzeyen musa'ya silah doğrultur. bu musa'nın içindeki büyük kavgayı gösterir. tetiği çeker ama silah ateşlenmez, hayat ona kavgasını bitirme yetkisini vermez. necati'ye benzeyene de silah doğrultur musa. kendi kavgası sonucu duygusal değerlere de savaş açmıştır musa. o silahı ayarlarken metresin abileri kaçar ve musa arkalarından birkaç kez ateş eder. musa kendisiyle kavga etmeye, ve duygusal değerlere kendi içinde savaş açmaya devam edecektir. ▪︎ metresin abileriyle karşılaşmadan sonra necati ve musa apartmana giriyor ve diğer sahnelerin aksine bu sefer apartman tamamen karanlık. artık necati ve musa tamamen karanlıktır. ▪︎ boyacı çocuğun 100 tl'ye 100 bin lira demesine gülümsedim. gerçekçilik. iş yerinde musa'nın çalıştığı bilgisayarın bozuk olduğunu görünce tekrar gülümsedim. ▪︎musa, sinem'in aldatmasından ve metresin abileriyle kavga olayından sonra sol elini daima yanağına koymaya başladı. önceki sahnelerde vücudu daha ciddi dururdu. şimdi ise daha boşvermiş bir musa görüyoruz. ▪︎ musa, naim'in evine bilgisayar tamirine gittikten sonra dışarı çıkıyor. döner yedikten sonra yürürken gözü sahile ilişiyor ve sahil kıyısına gidiyor. musa'nın gözünden denizi, gemileri, balıkçıları, ağaçları, oturan ve kuşlara yem atan insanları, bağlı olan ve rüzgarda sallanan balonları izliyoruz. gerçek hayatta izlediğiniz zaman ne hissederdiniz bilmiyorum. bana bunları izlemek huzurun ve mutluluğun karışımı duygular hissettirirdi. ama filmi izlerken musa'nın gözünden baktırıyor zeki demirkubuz ve ben kendi gözümden baktığımda alacağım duyguları alamıyorum. bana sıradanlık, boşluk, manasızlık hissettiriyor. önemsizlik. yokluk. ▪︎isim ve soyadları seçimleri de çok uygun. musa'nın soyadı "demircan", sinem'in soyadı "erca". biraz yanlış duymuş da olabilirim. "demirca" ve "erca" da olabilir. musa isminin anlamı genellikle "kurtarıcı" veya "doğan" demek. belki kendini insanın kalıplarından kurtardığı ve bu sefer yokluğa doğduğu için bu isim verilmiş olabilir. hz. musa hakkında olabileceği ve onun hayatını tam bilmediğim için musa'nın ismi konusunda emin değilim. sinem ismi "değer verilen, uğrunda her şeyin feda edileceği kişi" anlamındadır. musa sinem'e değer veriyor muydu dersek, veriyordu vermesine ama sinem'e değil tam; bedenine. sinem isminin analizi ise şöyle: hayaller kuran ve bu hayallerin bir kısmını projelendirebilen, yaşadığı sert öğretiler neticesinde hayata bakışı şekillenen, kırılgan fakat aynı zamanda güçlü bir yapıya sahip olan, sağduyulu davranan, yaratıcılık enerjisini kullanabilen, ticarete yatkın bir zekaya sahip olan bir kişilik enerjisi verir. necati ismi, arapça kökenli olup genellikle "kurtuluşa eren" veya "selamete ulaşan" kişi anlamına gelir. bu isim, "necat" kelimesinden türetilmiştir ve kişinin hayatında zorluklarla mücadele ederek başarıya ulaşacağı ve güçlüklerden sağ salim çıkacağı anlamını taşır. naim isminin anlamı; bolluk ve bereket, varlık demektir. naim isminin bir diğer anlamı da cennetin bir bölümü demektir. naim ismindeki kişiler özgürlüklerine çok düşkündür ve bu nedenle hiçbir yere bağlanmak istemezler. kısıtlanacakları bir işte çalışamaz, kısıtlayıcı bir aile ile de çok fazla anlaşamazlar. yavuz ismi; türkçe kökenli bir isim olup "sert", "ciddi", "hoşnutsuz" ve "disiplinli" anlamlarına gelir. isimlerin anlamı da karakterlere uygun. ▪︎savcı-musa diyaloğunda savcı musa'ya "gençliğimde bir fransız romanı okumuştum. onun kahramanı gibisin." diyor ve yabancı'ya(1942) gönderme yapılıyor. ▪︎7 dk'da muazzam etkileyicilikte bir savcı-musa diyaloğu geçiyor. oyunculuklar, cümleler, ses tonları. her şeyiyle ayakta alkışlanmayı hak ediyor. sonra avukat-musa diyaloğu geçiyor 2,5 dk ve o diyalogta avukatın söylediği o cümle mükemmel. "bütün suçlular yaptıkları eylemlerden dolayı suçlanırlar ancak yaptıkları eylemlerin toplumsal ve ahlaki anlamları yüzünden cezalandırılırlar." hukukta, toplumda bu yüzden cezalandırılıyoruz. kendimizi kendi içimizde bu yüzden cezalandırıyoruz. ve eğer varsa Tanrı da bizi bu yüzden cezalandıracak. öldürmekten değil vicdan azabı duymamaktan, aldatılmaya karşı koymadığımız için değil, aldatılmaya karşı bir duygu hissedemeyecek kadar değerlerimizin ve inançlarımızın yokluğundan. böyle düşündüğümüz zaman musa bize şöyle diyor: "sahiden bu kadar karışık mı olduğunu düşünüyorsunuz? söylediğimden daha da basit. ama siz karıştırmayı seviyorsunuz." bilmiyorum. son savcı-musa diyaloğunda savcı mı musa mı haklı kişinin fikirlerine, bakış açısına bağlı bir şey. musa'nın da düşündüğü gibi bu kadar karışık olmasa da savcının da düşündüğü gibi bu işi biraz karışıklaştırmak gerekiyordur belki. toplum düzeni, çoğunluğun iyiliği için. bunun da bir önemi olmayabilirdi, eğer herkes musa gibi düşünse idi. ancak insanlar kendi yarattıkları anlamlara tutunuyor ve musa olmaktan alabildiğine kaçıyorlar gözleri bağlı. ve musa gibi olanlara da musa'nın dediği gibi davranıyor toplum: "insan olmanın bütün bedelini benim gibilerin omzuna yıkıp kaçıyor." ve kör anlamları peşinden koşmaya devam ediyor insanlık. ▪︎ sinem "televizyoncular, polis... herkes peşimde. söylemek istediklerimin tam tersini söyletiyorlar." diyor musa'ya hapis görüşmesinde. zeki demirkubuz hukukta, toplumda işlerin nasıl yürüdüğünü çok etkileyici bir şekilde birçok cümle ile gözler önüne serdi filmde. ▪︎ işkence yapacak olan polisin konuşması, filmin gerçekçi yönü beni çok etkiledi. senaryo zaten muazzam etkileyici. her detayına kadar ince dokunmuş bir film. ▪︎ iş yerinde tamir edilmemiş ya da yenisi alınmaya tenezzül edilmeyen cihazlar ve bir adalet kurumunda kendi kendine iki kez açılan bozuk kapı. üstüne bir söze gerek yok. ▪︎katilin itiraf mektubunu okuyor savcı. musa odayı inceliyor. o sırada kapı çalınıyor ve sahneye adalet kurumundaki savcının odasının bozuk kapısını tamir etmek üzere tesisatçı giriyor. tesisatçı musa ve savcıya bakıp işine başlıyor. musa tesisatçıyı izliyor. savcı "dinliyor musunuz?" diye soruyor. musa "evet, dinliyorum" diyor. savcı katilin korkunç itiraf mektubunu okumaya devam ediyor. musa savcıya her zamanki boşluk duygusuyla biraz baktıktan sonra tesisatçıyı izliyor. tesisatçı bir yandan kapıyı tamir ederken bir yandan bir tamir ettiği yere bir savcıya bakıyor, savcıyı dinliyor. musa odayı incelemeye devam ediyor, incelerken savcının hemen üstündeki büyük atatürk portresini bir süre izledikten sonra altındaki savcıya bakıyor. hepsi trajikomik. ▪︎katilin itiraf mektubunun her cümlesi korkunçken en korkunç cümle ise "tek istediğim yüce Allah'ın huzuruna çıkarken musa'nın ve sinem'in beni affetmeleridir." cümlesi. özellikle cümlenin başını böyle bir katilin, insanın söylemesi cinayetten daha dehşet vericidir. ▪︎sinemin iş kıyafetleri bir iş kadınının bakımlılığını, edinmek istediği otoriteyi gösterir. ancak sinem her ne kadar bu kıyafetler içinde olsa da saçını bağladığı pembe lastik onu ele verir. masumluğunu, pembe hayallerini, saflığını. sonrasında musa'yı hapis ziyaretinde saçında kırmızı bir toka görürüz. tutkunun tokası. musa serbest bırakılıp evine döndüğünde ise kıyafetleri tamamen değişmiştir. sinem artık kendini sadece evine vermiş görünür. başındaki eşarp ile kendini cinselliğe kapatmış görünür. tabii musa gelince bacağını açmayı ihmal etmez ki bu da ikisinin de bundan tamamen kopamayacağını gösterir bize. belki de tüm insanlığın kopamayacağını. ne de olsa şu an var olmamız, insanlık diye bir şeyin olması bu nedenle var ve var olmaya devam edecek. ▪︎musa'yı izledik, bakış açısını öğrendik. filmi izlerken özellikle diyalog sahnesinde musa'nın geçmişini göstermelerini ve musa'yı anlamayı çok istedim. çünkü ben de 2. savcı gibi düşünüyordum. konu kısmında mehmet açar'ın dediği gibi musa'yı anlamak için onun hayatını anlamak gerekiyordu. ve bu da yetmiyordu. onun yaşarken hissettiği tüm duyguları, düşündüğü tüm fikirleri de bilmek gerekiyordu. filmde ilk sahneden beri hayatını gösteriyor bize zeki demirkubuz. o yüzden musa'yı az da olsa anladığımızı düşünüyoruz. ayrıca 2. savcı'nın da dediği gibi onun geçmişinde olanlardan, sevgisizliğinden, inançsızlığından bu bakış açısına sahip olduğunu düşünüyoruz. ayrıca bir insan bazı duygulara alıştıktan sonra o duyguları ister istemez sürdürebiliyor ve eğer kendisini teslim ederse daha kötü duyguları da hissediyor. ama zeki demirkubuz bizi durduruyor ve şöyle diyor tekrar: "sahiden bu kadar karışık mı olduğunu düşünüyorsunuz?". nedenlerini düşünürken bu cümle durduruyor bizi ve ekliyor oğuz atay: "çünkü, bir insanı gerçekten seyretmek isteyen, onun oyununa gerçekten katılan biri, o insanın ancak kafasında yaşayabilir." ▪︎tüm diyaloglar, tüm oyunculuklar fevkaladeydi. yazarın zekası ve oyunculuklar ayakta alkışlanmayı fazlasıyla hak ediyor. filmi izleme nedenim içimdeki stresten, kendi dünyamdan biraz uzaklaşıp başka bir dünyada nefes almak istememdi. din çalışmak, Tanrı'yı ve dinleri sorgulamak, yazmak ne kadar benim isteğimle olsa da beni yoruyordu. açıkçası film beni bunlardan uzaklaştırmanın tersini yaptı. filmi incelerken 14 sayfa yazı yazmakla beraber ne kadar Tanrı'yı düşünmekten uzaklaşmak istesem de diyaloglar buna izin vermedi. oturup bacaklarımı ve kollarımı boş bırakıp, başımı sandalyeye yaslayıp ağlatarak verdiği acıyı hissettiren ya da sandalyede oturup elimi başımın altına koyup sessizlikte uzun bir süre sadece düşünmeme neden olan bir film. ne yalan söyleyim bundan rahatsız olmadım. musa ile tanışmanın çirkin bir güzelliği var. onun bakış açısıyla tanışmak benim için çok güzel bir deneyimdi. "konuşacak fazla şeyim yoktur. o yüzden susarım." diyen yabancı bir insanın diyalogtaki cümleleri eminim her izleyiciyi çok şaşırtmış, etkilemiştir. ayrıca da konuşacak çok şeyim vardır diyip boş konuşan insanları akla getirince de azap vermiştir. ▪︎okuyanlara teşekkür ederim. şunu ekleyim ki, ben film eleştirmeni değilim. bir izleyici olarak sadece kendi görüşlerimi, hissettiklerimi paylaşmak istedim. -vaveylairuhi
·
90 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.