Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Öyle ya güzelim! Ne kadar uzun olursa olsun ömür, gelip bir anın yanı başında seraba dönüşüyor, tükeniyor. Hep, bu anı uzaklarda bir yere iteleyerek avunduk, meçhul zamanlara saklayarak oyalandık. Oysa, her an bir önceki anın ölüsü değil miydik? Ve sen ve son an... Diğer anlardan hiç farklı değilmiş. Geride ister bir yıl, ister bin yıl bırakmış olsan da, hepsi kısa, hepsi rüya, hepsi gelip geçmiş. Gelmiş ve geçmişmiş... Gerçeklik şimdi şu sıradan anda saklı dememiş miydik? Kendini zamanın keskin ucuna vuranlar ölümün ve yaşamın gerçeğini kavrayabilir ancak diye uzun uzun konuşmamış mıydık? Derin mavi gözler ne çok susuyor, ne çok konuşuyor şimdi. Mahzun, buruk ve hafif bir tebessüm neler söylüyor şimdi? Doğru ya; ölümü planlayamazdık. Hesaba gelmiyor son an. Dört işlemin dördünde de, elde hep bir kalıyordu. Hep burada kalıyorduk tarih kitaplarına göre. Biz yaşayanlardık, başkaları ölü, başkaları eski, Başkaları geçmiş, başkaları bir taş ve biraz toprak... Hayat bilgisini hep yaşamaya göre yazmışlardı. Ölüme dair dipnotlar incecikti. Başkaları iki tarih arasında kısacık bir çizgiydi. Sen ve ben, sonsuza kadar uzatıyorduk tenimize teğet geçen ömür çizgisini. Hep uzun yaşamak istedik, hep yarınlara yaslandık, hep sonralara saklandık, hep ötelere sığındık. Meğer, mavi de olsa gözlerin, deniz bitermiş, Okyanus çekilir, sular boşluğa düşer, dal kırılır, zaman tükenirmiş... Ertelediğimiz şey hep yanı başımızda dururmuş. Unuttuğumuz gerçek, ayak ucumuzda dolanırmış. Rüzgâr böyle esermiş işte. Bizim de yakınımızdan geçer, yüzümüzü yalayabilir, gözümüze değermiş zaman. Yangın eteğimizden eksik olmamış meğer. Küllerimiz çoktan göğe savrulmuş ve güllerimiz hepten göle düşmüş... Yitik bir sevda masalının kahramanı dolanıyormuş bedenimizde. Ne çok şey gitti seninle. Sen ne çok şeymişsin meğer. Deniz sende birikirmiş. Gök senin kanında yükselir, dağlar senin teninde büyür, bahar senin gözlerinde dirilirdi... Meğer ki ben... Yazık ki ben... Esef ki ben... Kalbi mühürlü, gözleri perdeli... Sağır ve dilsiz bir ben kalmışım. Eğilip savrulmuyorum rüzgârda. Benim fırtınalarım suskun, sularım hâlâ durgun ve yapraklarım kıpırdamıyor. Gözlerime mavi düşmüyor, yüzüme toz bulanmıyor. Toprağa uzak yürüyorum, duvarlarını kalın ve direngen. Soluk değil fotoğrafım Yüreğim uzun zamanların nabzını konuk ediyor. Güllerim solgun değil! Böyle zannediyorum Zannediyordum. Yüzümü yüzünde görene değin, rüzgâr dokunmadı toprak değmedi yüzüme... Ne ki çok oldu. Çokça unuttum. Sen eskiler arasında kayboldun. Senin sızın, derin acın yüreğimde gömülü kaldı. Sensiz yağmurların açtığı yaralar kapandı. Kaç bahar geçti senin üzerinden? Ve kaç bayram sensiz sevinçler yağdı yüreğime? Seni bir taşın dibinde sessiz bıraktım ya, tanıdık ve âşinâ bir mezar oluverdin... Senin gidişin de kanıksandı, senin yokluğun da normalleşti. İki tarih arasındaki kısacık çizgiye sen de yakıştın... Gittin, gidenler arasında kaldı hayalin. Çok zaman oldu. Mercan bakışına dolan denizlere varmayı göze alamadım. Son mavi ile yüzleşecek yüzüm yoktu. Geriye, bir sözlerim kaldı. Gözlerinden haber veren sözlerim... Mavi değil kelimelerim; kara, kapkara... Gözlerine yabancı duracak bu kara satırlar, biliyorum, Bakışına karşılık veremeyecek kadar solgun ve kör bu harfler. Hüznün ateşine bîgâne, zamanın rüzgarına dargın bu sözler. Bir duru tebessüme karşılık veremeyecek kadar dolambaçlı, dolaylı, karmaşık, iğreti ve katı bu cümleler. Ölüme yakın değil bu satırlar. Ölümden hiç söz etmiyor, ölümü hiç hecelemiyor harfler. Sadece seni hatırlıyor, seni hatırlatıyorlar. Yanı başındaki taş gibi... Sessiz, katı, soğuk ve sağır... Renksiz; asla mavi olamaz. Mavi değil yazım... İçinde inci mercan bulunmaz, Üstüne yağmur düşmez, Yüzünü de üşütmez. Deniz değil. Rüzgâr değil. Gözlerin hiç değil. Mavi değil gözlerim. Ölüm değil yaşadığım. Şimdilik unutulanlar arasında değil adım. Şimdilik sessiz, katı, soğuk ve sağır bir mezar taşının yanındayım.
undefinedKitabı okudu
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.