Yine çocukken, babamın dokunma yırtarsın diyerek beni uzak tuttuğu kütüphanesinden bir kitabı daha gizlice çalıp okumuştum. Babam bana oku dese eminim okumazdım. Yasak olunca ilgimi çekmiş sanırım.
Ortaokul sıralarındaydık. Bir gün öğretmenimiz kendimizi anlatan,
kendi kalemimizden bir şiir yazmamızı istedi. Sözlü yerine geçecek ve yarına şiirler hazır olacaktı. Şair miyiz öğrenci miyiz diyemedim.
İsteseydim yazardım ama neden yazmadım bilmiyorum. Herhalde puan kaygısından güzel bir şiir olsun istemişim. Hemen Ahmet Telli kitabından "Su Çürüdü" şiirinin bir bölümünü, ben yazdım diyerek öğretmene götürdüm.
Öğretmenimiz böyle manyak şiirler yazma bir daha diyerek düşük bir not vermişti. Yine de sınıfın en yüksek notunu almıştım. Çünkü arkadaşlarım bilinen tanınan şiirlerle gelmişti. Ayrıca dürüst!! olduğum için de teşekkür etmişti. Benim şiiri öğretmen o kadar acemice bulmuştu ki benim yazdığıma inanmıştı.
Öğretmenim anlamamıştı. Ahmet Telliyi tanımamıştı. Evet manyak yazardı ama kesinlikle acemi değildi.
SU ÇÜRÜDÜ
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim.
Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri.
Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil.
O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen.
Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta...
Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?
Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım.
Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.