Gene her akşamki telaşlı çabukluk var yürüyüşümüzde. Yaklaşan
gecenin mürekkep mavisine boyadığı tabiatın ortasında, o
koskocaman ve korkunç bir bunalım geçiriyormuşçasına çarpık
duran ağacın bulunduğu yerde birdenbire yokuş aşağı yürümeye
başlıyoruz, sanki boşluğa yuvarlanıyor ayaklarımız. İşte o noktadan
karşıya bakınca Viviers'nin bir yanıp bir sönen, hiç durmadan
göz kırpan ışıklarını farkediyoruz. Gün boyunca uzayıp
giden yorgunluklarının tutsağı insan sürüsü, bu artık gökyüzünde
değil, toprağın yüzünde göz kırpan ışıklara yürüyor şimdi;
karanlık çökünce bütün yorgunluklar gibi bütün umutlar da birbirine
benziyor nedense: hepimiz birbirimize benziyoruz. Ötekiler
gibi ben de kendi ışığıma doğru koşuyorum.