Sir Thomas More, ölümünden elli yıl sonra hâlâ böyle yüceltildiğine göre,
1535 yılında, düpedüz bir cinayet sayılan idamından hemen sonra,
yalnız İngiltere’de değil tüm Avrupa’da kıyametler kopmasına
hiç şaşmamalı. William Roper’in anlattığına göre, çağın
en güçlü imparatoru Beşinci Charles Şarlken İngiliz elçisi
Sir Thomas Elliot’u çağırmış, Sekizinci Henry’yi kıyasıya suçlamıştı.
Kendi hizmetinde More gibi bir adam olsa, onun canına kıymaktansa, imparatorluğunun en zengin ülkesini yitirmeyi göze alacağını söylemişti.
Avrupa’nın bilgili kişileriyse, öldürülen Hümanistin yasını tutuyor,
onu öve öve bitiremiyorlardı. Sevgili arkadaşından bir yıl sonra
ölecek olan Erasmus’un acısı ayrıca derindi. Mektuplarından birinde,
“More’un ölümüyle, ben de ölmüş gibiyim; onun ruhuyla benimki
gerçekte bir tek ruhtu,” der. Venedik elçisi Sebastian Giustinian,
bir mektubunda, More’dan İngiltere’nin “en aklı başında, en erdemli adamı”
diye söz eder. İspanya’nın en büyük Hümanisti sayılan Vives,
More’un zekâsının keskinliğini, bilgisinin çapını, güzel konuşma
yeteneğini, önsezisini, ölçülülüğünü, dürüstlüğünü,
huyunun tatlılığını göklere çıkarır.
Çağdaşlarından Robert Whittington, “More’un aklı meleklere özgü,
bilgisi ise olağanüstüydü,” dedikten sonra, şunu da ekler:
“İyilik, alçakgönüllülük ve nezaket açısından kim eşi olabilirdi onun?
Sırasında çok neşeli ve eğlenceli, sırasında çok ağırbaşlı,
her mevsimin adamıydı o.” (Robert Bolt, A Man for All Seasons
oyununun adını bu son tümceden almıştır.) More’un ölümünden
iki yüzyıl sonra, insan konusunda kötümserliğiyle bilinen büyük taşlama ustası Jonathan Swift, More’un, “İngiltere’nin en erdemli insanı” olduğunu söyler.
Acaba İngiltere’nin bu en erdemli insanı, bir hiç uğruna mı öldü?
Sırf bir formaliteyi yerine getirmemekte direndiği için,
boşuna mı çıktı idam sehpasına? More’u din uğruna kendini
kurban etmiş bir ermiş sayan, ileride onu Saint Thomas More’luğa
yücelten Katolikler, böyle düşünmüyorlardı elbette.
Arna o sırada Protestanların birçoğu, tarihçi Edward Hall gibi,
More’un “aptal bir akıllı mı, yoksa akıllı bir aptal adam mı”
olduğunu kestiremiyorlar, bunca değerli bir insanın,
saçma bir inat sonucu kendine kıydığını sanıyorlardı.
Yirminci yüzyıl başlarında Sidney Lee, More’un uzlaşması
olanaksız iki şeyi, yani ortaçağın. Papalık kavramına inançla
Rönesans’a inancı uzlaştırmak istediğini ve “umutsuz bir dava uğruna,
dehasına da yaşamına da kıydığını” yazdı. Ne var ki, çağımızın
Thomas More uzmanlarının hepsi böyle düşünmüyorlar.
Utopia’nın yeni bir çevirisini yapan Paul Turner’e göre,
More, söz ve düşünce özgürlüğünden yoksun bir İngiltere’de,
düşüncenin bir suç sayılamayacağına inandığı için ölümü göze aldı.
More üstüne önemli bir kitap yazan R.W. Chambers’e göre,
o, yalnız Kutsal Katolik Kilisesi’nin birliği uğruna değil,
insanların inanmadıkları şeylere yalan yere yemin etmemeleri
uğruna, yani vicdan özgürlüğü uğruna öldü. Karl Kautsky’ye göre de,
More, bir kralın aklına esti diye inançlarından vazgeçmeye
yanaşmayıp idam sehpasına çıkmakla, kişiliğinin yüceliğini kanıtladı.
Eğer Thomas More Utopia’yı yazmasaydı, çoktan unutulup giderdi.
Günümüzde onu ansa ansa, dinsel inançları uğruna can
veren erdemli bir devlet adamı olarak, çağın tarihçileri anardı ancak.
Oysa More, ömrü boyunca yazıp çizdi; hatta çağın çoğu okumuş
adamları gibi, şiirler bile yayımladı. Utopia bir yana, en ilginç kitabı,
1513’te, Utopia’dan hemen önce yazmaya başladığı ve
bitirmeden bıraktığı The History of Richard the Third’dür.
More bu araştırmada, iktidarı ele geçirmek amacıyla
hiçbir cinayeti işlemekten çekinmeyen, üstün zekâlı
ve ikiyüzlü kral tipini ilk olarak çizmiş, böylece Shakespeare’in
Üçüncü Richard oyununun başlıca kaynağı olmuştur.
Ne var ki, damadı William Roper’in More’un adıyla yayımladığı
bu kitabı, More’un kendi kaleme almamıştır kimine göre.
Bunu Kardinal Morton Latince yazmış, More da İngilizceye çevirmiştir
sadece. Sidney Lee gibi eski eleştirmenler bu konuda kesin
bir karara varamazlar. Oysa Chambers gibi günümüze
daha yakın birçok eleştirmenin, bu Üçüncü Richard tarihini
More’un yazdığı konusunda hiçbir kuşkuları yoktur.
More’un bundan sonraki kitapları, hem Hümanizm’e,
hem de dinle ilgili sorunlara duyduğu merakı gösterir:
Yaptığı ilk işlerden biri, Katolik Kilisesi’ni kusurlarından
arındırmayı amaçlayan, Hıristiyanlıkla Rönesans bilgisi
arasında uyumlu bir ilişki kurmak isteyen
ünlü İtalyan Hümanisti Pico della Mirandola’nın yaşam öyküsünü
İngilizceye çevirmek oldu. 1518’de, yani Utopia’yı yazdıktan sonra,
Latince Epigrams’ları (iğneleyici kısa şiirler) ve üniversitelerde
Yunanca eğitimini savunmak üzere Letter to Oxford Defending Greek Studies’i (Yunancanın İncelenmesini Savunmak İçin Oxford’a Bir Mektup) yayımladı.
Dinsel reform akımı güçlendikçe, Katolikliği savunmak görevi
önem kazandı More’un gözünde. 1528’de A Dialogue’da Luther
ve Tyndale gibi Reformasyon’dan yana olanlara çattı.
Onları, “veba salgını gibi yayılan bir mezhep” kurmakla suçladı.
Tyndale bu saldırıya karşı Reformasyon’u savunan bir yazı yazınca,
More, 1532’de yayımladığı A Confutation of Tyndale’de
(Tyndale’ın Yanıldığını Kanıtlama), bu polemiği daha da
kıyasıya bir biçimde sürdürdü. İngiltere’den kaçan Simon Fish
adlı bir reformcu The Supplication for the Beggars’ı
(Dilenciler Adına Bir Yalvarma) yayımlayarak Katolik
din adamlarını rezil etmiş, ileride Sekizinci Henry’nin
gerçekleştireceği bir yağmayı savunup, manastırların kapatılmasını,
rahiplerin topraklarına el konulmasını istemişti.
More, 1529’da buna karşı Supplication of Souls’u (Ruhların Yalvarması) yazdı. 1532’de din konusunda kendi tutumunu savunan bir Apology yayımladı.
More’un din alanında polemiğe kaçmayan yazıları da vardır.
Örneğin Treatise upon the Passion (İsa’nın Acıları Üstüne Bir İnceleme)
ve The Four Last Things (Son Dört Şey). More’a göre, herkesin
her an düşünmesi gereken bu “son dört şey” ölüm,
Tanrı’nın ölenleri yargılaması, cennet ve cehennemdi.
More’un hapiste yazdığı son kitabı, hem konusu açısından,
hem de Sekizinci Henry’nin zorbalığı karşısında benimsediği
tutum açısından bizi ilgilendirir: Dialogue of Comfort (Avunma Diyalogu)
Türkler Avrupa’yı ele geçirirlerse, dinibütün ve dürüst Hıristiyanlar’ın
nasıl davranmaları gerektiği konusunda yaşlı bir Macar soyluyla
genç yeğeni arasında geçen bir konuşmadır. Ne var ki Türkler
bir simgeden başka bir şey değildir bu kitapta. More’un asıl sorunu Hıristiyanlar’ın Türkler’e nasıl karşı koyacakları değil, Katolikler’in Sekizinci Henry’nin
baskısına nasıl karşı koyacaklardır. Vardığı sonuç ise kesindir:
İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı
vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır.
Ve belki de More, Katolikliğinden çok bu inancından
ötürü idam sehpasında can vermiştir.
UTOPİA - Kaynak Yayınları *Mina Urgan’ın incelemesiyleKitabı okudu