Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

KADERE DAİR İKİ RİSÂLE
KADERE DAİR İKİ RİSÂLE (Abdülmelik b. Mervân'ın Hasan el-Basrî'ye Gönderdiği Mektup ve Hasan el-Basrî'nin Abdülmelik b. Mervân'a Gön-derdiği (Cevabî) Mektup). TAKDİM Yayına hazırlayıp tercüme ettiğimiz bu Risâle, Hasan el-Basrî‟nin baĢta kader meselesi olmak üzere, temelde itikadî/kelâmî görüĢlerini içeren en önemli ve en meĢhûr ese-ridir. Bu risâle Ġslâm dünyasında kader konusunda kaleme alınmıĢ en eski ve en orijinal vesîka olma özelliğine sahiptir. Julian Obermann‟ın deyimiyle, kader üzerine yazılan Mu‟tezile öncesi dönemdeki kaderî oluĢumla çağdaĢ olan bu Risâle, sa-dece Hasan el-Basrî‟nin elinden çıkmıĢ bir çalıĢma olarak kal-mayıp, aynı zamanda ilk dönem Müslüman kelâmına ait bize ulaĢan tek eserdir.1 H. Ritter tarafından “kaderî fırkasının bize kadar gelen yegâne orijinal vesikasıdır” Ģeklinde nitelenen2 bu kadîm Risâlenin bilebildiğimiz kadarıyla dünyada beĢ el yazma nüshası bulunmaktadır: 1- Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi‟ndeki nüsha.3 Bu nüsha, bizim yayına hazırlayıp tercüme ettiğimiz nüshadır ve bilebildiğimiz kadarıyla –bu Ģekliyle- dünyada ilk kez bizim ta-rafımızdan neĢredilmektedir. ġemsuddîn el-Kudsî tarafından H. 882 yılında kaleme alınan, Ahmed ġeyh Zâde tarafından vakfedilen, 238×149 (146×75) mm. ölçülerinde ve toplam ola-rak 13 varaktan oluĢan bu nüsha, hacim olarak daha sonra sözünü edeceğimiz Ġstanbul Köprülü Kütüphanesi‟nde bulu-nan nüshadan daha küçüktür ve onun bir bakıma özeti mahi-yetindedir. Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi‟ndeki nüshayı esas alıp, tahkîk ve tercüme ederek yayına hazırladığımız kadere dair bu Risâle iki mektuptan oluĢmaktadır: I- Risâle içerisinde yer alan mektuplardan ilki, Emevî ha-lifesi Abdülmelik b. Mervân'a ait. Halife Abdülmelik b. Mervân, bu mektubunda, o güne kadar alıĢık olunmadık tarzda kader üzerine görüĢ beyân eden dönemin tartıĢmasız en meĢhur âli-mi sayılan ve ilmî, fikirleri, yaĢayıĢı, karizmatik kiĢiliği, zühd ve takvâsıyla öne çıkan Hasan el-Basrî'den, zamanlarında yo-ğun bir biçimde tartıĢılan kader konusuna iliĢkin, fikirlerini sormakta ve bu husustaki düĢüncelerini yazılı olarak kendisi-ne iletmesini istemektedir. II- Risâle içerisinde yer alan mektuplardan ikincisi ise, tabiîn döneminin en meĢhur âlimi Hasan el-Basrî (ö. 21/728)'ye ait. Bu mektup, kendi döneminin tartıĢmasız en önde gelen âlimi sayılan Hasan el-Basrî'nin kadere dair Abdülmelik b. Mervân'ın sorularına verdiği cevâbî mesajlarını içermektedir. Yayına hazırladığımız bu Risâle'nin dünyada tek orijinal el yazma nüshası Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'de bulun-maktadır.4 Daru‟l-Kutubi‟l-Mısriyye'de bulunan bir diğer nüs-hası ise, Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'nde bulunan söz ko-nusu bu nüshadan alınmadır ve bu nüshanın bir bakıma kop-yasıdır mahiyetindedir.5 Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'de bulunan bu Risâle, bildiğimiz kadarıyla orijinal haliyle ilk kez bizim tarafımızdan yayınlanmaktadır. Daha sonra iĢaret edeceğimiz üzere, Mu-hammed Ammarâ tarafından Resâilu'l-Adl ve't-Tevhîd içerisin-de yayınlanan nüsha ise,6 yukarıda sözünü ettiğimiz Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki orijinal nüshanın bir nevi kopyası olan Daru‟l-Kutubi‟l-Mısriyye'deki nüsha esas alınarak yayın-lanmıĢtır.7 Bu nüsha, Ammarâ tarafından her ne kadar Ġstan-bul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki orijinal el yazma nüsha esas alınarak yayınlanmıĢsa da, bizim metin üzerinde iĢaret ettiği-miz gibi, Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki nüshasıyla ara-larında bir takım farklılıklar bulunmaktadır. 2- Ġstanbul Köprülü Kütüphanesi‟ndeki nüsha.8 Bu nüs-ha, hacim olarak Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi‟nde bulunan ve tarafımızdan neĢre hazırlanan nüshadan daha geniĢ, daha büyük ve daha kapsamlıdır. 3- Daru‟l-Kutubi‟l-Mısriyye‟deki nüsha.9 Bu nüsha Ġstan-bul Ayasofya Kütüphanesi‟ndeki nüshadan alınmadır ve onun bir nevi kopyası mahiyetindedir. Muhammed Ammarâ tarafın-dan Resâilu'l-Adl ve't-Tevhîd içerisinde neĢredilmiĢtir.10 Daha önce de iĢaret ettiğimiz gibi, Muhammed Ammarâ tarafından Resâilu'l-Adl ve't-Tevhîd içerisinde neĢredilen nüshada her ne kadar Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki orijinal nüshanın bir nevi kopyası olan Dâru'l-Kütubi'l-Mısriyye'deki nüsha esas alınmıĢsa da, bizim metin üzerinde iĢaret ettiğimiz gibi, bu iki nüsha arasında farklılıklar bulunmaktadır. 4- Ġmam el-Hâkim Ebû Sa‟d el-Muhsin b. Kerrâme el-CüĢemî el-Beyhakî (H. 421/494)‟nin Şerhu Uyûni’l-Mesâil adlı eserinde yer alan “Mülahhas Risâle: Muhtasar/Özet Nüsha”. Risâlenin Daru‟l-Kutubi‟l-Mısriyye‟de, 27263 B Numarada ve 72-74 varak arasında bulunan bu muhtasar/özetlenmiĢ el yazma nüshası da Muhammed Ammarâ tarafından Resâilu'l-Adl ve't-Tevhîd içerisinde neĢredilmiĢtir.11 5- Tahran Üniversitesi Kütüphanesi‟ndeki nüsha.12 Bu nüsha Suleiman Ali Mourad tarafından hazırlanan Early Islam Between Myth and History Al-Hasan Al-Basri And The Formation of His Legacy In Calassical Islamic Scholarship adlı eserin sonunda neĢredilmiĢtir.13 Mourad, dipnotlarda diğer nüshalara da atıflarda bulunmuĢtur. Sözünü ettiğimiz "Kadere Dair Ġki Risâle", Kâdî Abdulcebbâr‟ın Fazlu’l-İ’tizal ve Tabakâtu’l-Mu’tezile‟sinde14 ve Ġbnu‟l-Murtezâ‟nın el-Münye ve’l-Emel adlı eserinde15 kısmen yer almıĢtır. Hasan el-Basrî‟nin kadere dair bu meĢhur Risâle‟si, H. Ritter tarafından DER ISLAM adlı Almanca dergide yayınlanan makalesin16 sonunda “edition critique”li olarak neĢredilmiĢ-tir.17 Yayınlandıktan sonra dünyada olağanüstü bir ilgiye mazhar olan bu nüshada, Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'n-deki nüsha ile Ġstanbul Köprülü Kütüphanesi'nde bulunan nüshalar18 esas alınmıĢtır. Yukarıda da iĢaret ettiğimiz üzere, Risâle ayrıca Mu-hammed Ammarâ tarafından Daru‟l-Kutubi‟l-Mısriyye‟de'ki iki nüsha esas alınarak Resâilu’l-Adl ve’t-Tevhid içinde yayınlan-mıĢtır.19 Muhammed Ammarâ tarafından 1971 yılında Resâilu'l-Adl ve't-Tevhîd adlı eser içinde yayınlanan söz konusu nüsha ile bizim Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki nüshayı esas alarak yayına hazırladığımız nüsha arasında eksiklikler ve yer yer de farklılıklar bulunmaktadır. Esasen bizim bu risâleyi Ġstanbul Ayasofya Kütüphanesi'ndeki nüshayı esas alarak yayınlamamızın bir nedeni de bu iki nüshâ arasındaki farklılara iĢaret etmektir. Ayrıca bu Risâle, Helmut Ritter‟in edition critique‟li metni esas alınarak Lütfi Doğan-YaĢar Kutluay tarafından “Hasan Basrî‟nin Kader Hakkında Halife Abdülmelik b. Mervan‟a Mek-tubu” adıyla tercüme edilerek neĢredilmiĢtir.20 Her ne kadar tercümede esas alınan iki nüsha birbirlerinden farklı olsa da, biz çeviride neĢredilen bu tercümeyi göz önünde bulundurduk. Lütfi Doğan-YaĢar Kutluay tarafından neĢredilen bu Türkçe metin, Ethem Ruhî Fığlalı‟nın Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri21 ve Mevlüt Uyanık'ın Sivil İtaatsizlik22 adlı eserle-rinde aynen yer almıĢtır. KADERE DAİR İKİ RİSÂLE1 (Abdülmelik b. Mervân'ın Hasan el-Basrî'ye Gönderdiği Mektup ve Hasan el-Basrî'nin Abdülmelik b. Mervân'a Gön-derdiği (Cevabî) Mektup) (1) Bu kıymetli nüshayı, Yüce Sultanımız, büyük hakan, karaların ve denizlerin hâkimi, Harameyni‟Ģ-ġerîfeyn‟in hiz-metkârı Sultan b. Sultan es-Sultanu‟l-Ğâzî Mahmud Hân sahîh ve Ģer‟î bir vakıfla vakfetmiĢtir. Bu nüshayı Harameyni‟Ģ-ġerîfeyn‟in müfettiĢi Ahmed ġeyh Zâde kaleme almıĢtır. Allah, her ikisini de yarlıgasın.2 Abdülmelik b. Mervân‟ın Hasan el-Basrî‟ye Kadere Dair Gönderdiği Mektup (2-a) Rahmân ve Rahîm Olan Allah‟ın Adıyla. Abdülmelik b. Mervân‟ın Hasan b. Ebi‟l-Hasan el-Basrî‟ye (Allah her ikisine de rahmet etsin) mektubu: Mü‟minlerin Emîri Abdülmelik‟ten Hasan b. Ebi‟l-Hasan‟a: Selâm3 (esenlik) üzerine olsun… Kendisinden baĢka Ġlâh olmayan Allah‟a hamd, O‟nun kulu ve elçisi Muhammed‟e salât-u selâm olsun. Bundan sonra; (2-b) senden daha önce geçen âlimlerin hiçbirinden duyulmamıĢ bir tarzda kader üstüne görüĢ beyân ettiğin Mü‟minlerin Emîri‟ne ulaĢtı. Biz, kendilerine ulaĢtığımız sahabeden (Allah onlardan razı olsun) hiçbirinin bu konuyu senin izah ettiğin gibi anladığını ve hakkında fikir yürüttüğünü bilmiyoruz. Oysa Mü‟minlerin Emîri, senin iyi halini, dindeki fazileti-ni, ilme karĢı olan anlayıĢ, istek ve titizliğini bilmektedir. Mü‟minlerin Emîri, (kadere dair) senden aktarılan görüĢü beğenmemiĢ (kabul etmemiĢ) bulunmaktadır. Bu nedenle bu konudaki fikrini Mü‟minlerin Emîri‟ne yaz. (3-a) Bu iddianda Rasûlullah (s)‟ın ashâbından birinin görüĢüne mi, kendi fikri-ne mi ya da Kur‟an‟ın doğruladığı bir hükme mi dayanıyorsun? Biz senden önce bu konuda tartıĢan veya fikir yürüten bir kimse (nin olduğunu) iĢitmedik (böyle bir kimseyi tanımıyo-ruz). Bu nedenle Mü‟minlerin Emîri‟ne bu konudaki görüĢünü bildir ve açıkla. Allah‟ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Hasan el-Basrî‟nin Abdülmelik b. Mervân‟a Kader‟e Dair Gönderdiği Mektup Hasan el-Basrî, Allah ona rahmet etsin, Abdülmelik b. Mervân‟a (cevaben Ģöyle bir) mektup yazdı: (3-b) Hasan b. Ebî‟l-Hasan el-Basrî‟den Mü'minlerin Emîri Abdülmelik‟e… Allah‟ın selâmı üzerine olsun ey Mü‟minlerin Emîri! Zâtından baĢka Ġlâh olmayan Allah‟a hamd ederim. Ġmdi; Yüce Allah, Mü‟minlerin Emîri‟ni salâha erdirsin. Onu Allah‟a itaat ile amel eden, Rasûlü (s)‟ne tâbi olan ve Al-lah‟ın emrettiği Ģeylere uymakta sürat gösteren idarecilerden kılsın. Mü‟minlerin Emîri, Allah onu salâha erdirsin, örnek olan, itimat edilen ve iĢlerinde kendilerine uyulan geçip gitmiĢ birçok iyilik ehli insanların birkaçı arasında yer alır. (4-a) Ey Mü‟minlerin Emîri! Biz, Allah‟ın emriyle amel eden, O‟nun hikmetini gözeten ve Rasûlullah (s)‟ın Sünneti'ne uyan geçmiĢ (selef) âlimlerden birçoğuna ulaĢtık. Onlar gerçeği inkâr etmez, bâtılı hak/gerçek gibi göstermez, Yüce4 Allah‟ın kendi nefsi-ne/Zâtına isnat ettiğinden baĢka Ģeyleri O‟na isnat etmez ve Allah‟ın yaratıklarına karĢı Kitabı‟nda gösterdiği delillerden baĢka bir delil getirmezlerdi. Sözleri Ģüphesiz doğru olan Yüce5 Allah Ģöyle buyuruyor: “Ġnsanları ve cinleri ancak bana ibâdet/kulluk etmeleri için yarattım. Onlardan ne bir rızık, ne de beni beslemelerini istiyorum.”6 (4-b) Yüce Allah, kendisine kulluk etmeleri için yarattığı kullarına ibâdet etmelerini em-retmiĢtir. Allah kullarını bir iĢ için yaratıp, sonra iĢle onlar arasına girmiĢ değildir. Zira Yüce Allah “kullarına karĢı zulme-dici”7 değildir. Daha önce geçen (selef) âlimlerden hiçbiri bu sözü inkâr etmemiĢ ve tartıĢmaya açmamıĢtır. Çünkü onların hepsi bu konuda tek bir fikir etrafında toplanmıĢ bulunuyor-lardı. Onlar, çirkin iĢleri (münker) emretmemiĢlerdir. Yüce8 Al-lah Ģöyle buyuruyor: “De ki: ġüphesiz Allah çirkin iĢler (münker) i emretmez. Siz bilmediğiniz Ģeyleri Allah‟ın üzerine mi atıyorsunuz? De ki: Rabbim adâleti emretti.”9 (5-a) O‟nun nehyi (yasaklayıĢı), hayasızlık (fahĢâ), çirkin iĢler (münker) ve azgınlık (bağy) sayılan Ģeylere yönelikti. “O, düĢünüp tutasınız diye sizlere öğüt veriyor.”10 Allah‟ın Kitabı, her (kalbi) ölmüĢ olan kimse için hayat, her tür karanlık için aydınlık (nûr) ve her tür cehâlet için de bilgi/ilimdir. Yüce Allah, Kur‟an ve Peygamber‟den sonra kul-ların mazeret olarak sunacakları bir hüccet/delil bırakmamıĢ-tır. Nitekim Yüce Allah Ģöyle buyurmuĢtur: “…Ölen açık bir delille ölsün, yaĢayan da açık bir delille yaĢasın. ġüphesiz Al-lah, hakkıyla iĢiten ve hakkıyla bilendir.”11 Ey Mü‟minlerin Emîri! Yüce Allah‟ın,12 “Ġçinizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için (cehennem el-bette bir uyarıcıdır). (5-b) Herkes kazandığına karĢılık bir rehîndir (her nefis kendi kazancına bağlıdır)”13 âyeti üzerinde iyice düĢün. Yüce Allah, insanlara kendisiyle ileri gitmek ve geri kalmak isteyecekleri bir güç vermiĢ; nasıl amellerde bulu-nacaklarını ve neleri haber vereceklerini görmek için de onları imtihana tabi tutmuĢtur. ġayet mesele, yanlıĢ düĢünce sahip-lerinin dedikleri gibi olsaydı, bu durumda insanların ileri gitme ve geri kalma imkânları olmaz; ilerleyenin yaptığı amele karĢı mükâfatlandırılması, geride kalanın da (yapması gerekirken) yapmadığı ameller konusunda kınanması söz konusu olmazdı. Çünkü onlar (yanlıĢ görüĢte olanlar) a göre, ileri gitme ve geri-de kalma gücü kendilerinden değildir. Zira bunlar (kendileri-nin değil) Rablerinin iĢidir. (6-a) Bu durumda (yanlıĢ görüĢte olanların bu iddiası doğru olsaydı, Yüce Allah), “Allah, zâlimleri saptırır”14 ve “…Allah onunla ancak fâsıkları saptırır. Onlar Allah‟a verdikleri sözü, pekiĢtirilmesinden sonra bozan, Allah‟ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beĢerî ve ahlâki tüm iliĢkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. ĠĢte onlar ziyana uğrayanların ta kendileri-dir”15 demezdi. Ey Mü‟minlerin Emîri! Yüce Allah‟ın, “Sözü din-leyip de onun en güzeline uyanlar var ya, iĢte onlar Allah‟ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. ĠĢte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir”16 buyruğunu anlayarak üzerinde iyice düĢün. Yine Yüce Allah‟ın Ģu sözünü de dinle: (6-b) “Eğer kitap ehli iman etselerdi ve Allah‟a karĢı gelmekten sakınsalardı, mu-hakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naîm cennetle-rine koyardık. Eğer onlar Tevrat‟ı, Ġncil‟i ve kendilerine indiri-leni (Kur‟an‟ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından bol bol rızık yiyeceklerdi.”17 Yine Yüce Al-lah Ģöyle buyurmuĢtur: “Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını yüzlerine açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de onları iĢle-dikleri günahlardan dolayı cezaya çarptırdık.”18 Ey Müminlerin Emîri! BilmiĢ ol ki, Allah kullara iĢleri mecbur kılmamıĢtır. (7-a) Fakat Ģöyle yaparsanız size böyle yaparım, böyle yaparsanız size Ģöyle yaparım, diyor ve, “(Ģöyle derler: Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse) cehennemde onun azabını bir kat daha arttır”19 âyetinde buyurduğu gibi, onlara ancak yap-tıkları amellerin karĢılığını verir (yaptıkları amellere göre onları cezalandırır veya mükafatlandırır). Fakat Yüce Allah insanlara yolu göstererek onları saptıranın kim olduğunu, (sapan kimse-lerin ağzından) “yine Ģöyle diyecekler: „Ey Rabbimiz! Biz önder-lerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar bizi yoldan sap-tırdılar”20 (Ģeklinde) aktararak bize açıklamıĢtır. Yöneticiler ve büyükler, onlara küfrü öneren ve onlar (doru) yol/hidâyet üze-re iken onları saptıranlardır. Zira Yüce Allah, (7-b) “Biz ona yo-lu gösterdik; (artık o) ya Ģükredici olur ya da nankör”21 bu-yurmuĢtur. (Yani kiĢi) ya bizim ona yol göstermemize ve nimet-ler vermemize Ģükreder, ya da nankörlük eder. (Bu hususta Yüce Allah Ģöyle buyuruyor:) “Her kim Ģükrederse ancak ken-disi için Ģükreder, her kim de nankörlük ederse, Ģüphe yok ki, Rabbim her Ģeyden müstağnîdir, büyük ihsan sahibidir.”22 Yi-ne Yüce Allah Ģöyle buyuruyor: “Böylece Firavun kavmini yan-lıĢ yola sürükledi ve doğru yola götürmedi.”23 Sen de ey Mü‟minlerin Emîri, Allah‟ın dediği gibi, kavmini dalâlete sü-rükleyenin Fir‟avn olduğunu söyle. Bu konuda Allah‟ın sözle-rine muhâlefet etme. Allah‟ın kendisine izâfe edilmesine razı olduğunun dıĢında O‟na bir Ģey izâfe etme. Zira O Ģöyle bu-yurmuĢtur: (8-a) “Bize düĢen yalnızca doğru yolu göstermektir. ġüphesiz âhiret de dünya da bizimdir.”24 Hidâyet Allah‟tan, da-lâlet ise kullardandır. Ey Mü‟minlerin Emîri, Yüce Allah‟ın Ģu âyet(ler)ini de iyi-ce düĢün! “Ve bizi hep o mücrimler (günahkârlar) dalâlete dü-ĢürmüĢtü (saptırmıĢtı).”25 “Sâmirî onları dalâlete düĢürdü (baĢtan çıkardı).”26 “Çünkü Ģeytan aralarına fesat sokar. ġüp-hesiz Ģeytan, insan için apaçık bir düĢmandır.”27 “Onu size ancak dilerse Allah getirir ve siz onu aciz bırakacak değilsi-niz.”28 Yani siz, baĢınıza geldiğinde Allah‟ın azabından kurtu-lacak değilsiniz ve ondan kendinizi de koruyamazsınız. Size azap geldiğinde, sizin için nasihat etsem/öğüt versem de, (8-b) nasihatimin/öğüdümün size bir faydası olmaz. Nûh (a.s.), kendilerine azap indiğinde ve azabı gördükleri esnada iman etmelerinin kavmine bir yarar sağlamayacağını bilmiĢtir. Yüce Allah, helâk ettiği kavimlerle ilgili Ģöyle bir açıklamada bulun-maktadır: “Fakat Ģiddetli azabımızı gördükleri zaman inanma-ları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. ĠĢte o zaman kâfir-ler ziyana uğramıĢlardır.”29 Bu Allah‟ın kanunu/yasasıdır. Azap müĢahede edildiği vakit, artık yapılan tövbe kabul edil-mez. Yüce Allah‟ın, “Eğer Allah sizi saptırmak istiyorsa, (ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez). (Çünkü) O sizin Rabbinizdir (9-a) ve (nihayet) O'na döndürüle-ceksiniz”30 sözünde vârid olan “ğayy”den maksat “azap”tır. Yü-ce Allah‟ın, “Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler, hevâ ve heveslerine uydular; onlar bu taĢ-kınlıklarının karĢılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki “Gayya” vadisini boylayacaklardır)”31 âyetindeki “ğayy (ı boyla-yacaklardır)” sözü, “elîm/Ģiddetli bir azaba dûçar olacaklardır” anlamındadır. Nitekim Araplar, “Falan kiĢi bugün ğayy‟a atıldı” dediklerinde, bu cümleden emîrin söz konusu kimseyi Ģiddetli bir Ģekilde dövdüğünü32 veya Ģiddetli bir cezaya çarptırdığını kastederler. Yüce Allah‟ın Ģu âyeti üzerinde de münakaĢa etmiĢlerdir: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun gönlünü Ġslâmi-yet‟e açar. Kimi de sapıklıkta bırakmak isterse, onun da gön-lünü darlaĢtırır, sıkıĢtırır ve bu adam (9-b) zorla göğe yükseli-yormuĢ gibi olur. Allah, inanmayanları iĢte böyle pislik içinde bırakır.”33 Bu âyeti bilgisizlikleri yüzünden Ģöyle tevil ettiler: “Yüce Allah sâlih amel iĢlemedikleri halde bazı insanların gö-ğüslerini (Ġslâm‟ı kabul etmeye) açmıĢ; bazı insanların da kü-für, fısk ve sapıklıkta olmadıkları halde, göğüslerini darlaĢtır-mıĢ ve sıkıĢtırmıĢtır. Bu kimselerin, (isteseler dahi), Allah'ın kendilerini mükellef kıldığı dinî yükümlülükleri yerine getirme imkânları yoktur. Bunlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.” Ey Müminlerin Emîri! Hakikat câhillerin iddia ettikleri gibi de-ğildir. Rabbimiz kullarına karĢı en merhametli, (10-a) en âdil ve en kerîm olduğu için, onlara (kullarına) böyle yapmaz. O, “Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendine, iĢlediği fenâlık yine kendinedir”34 bu-yurmuĢken, nasıl kullarına karĢı bunu yapar (gücünün yet-meyeceğini yükler)? O, insanları ve cinleri Kendisi'ne ibâdet etsinler diye yaratmıĢtır. Allah kullarına, kendilerine teklif etti-ği ibâdetlerin birkaç katını yapabilecek kudrette iĢitme, görme ve sezme kabiliyeti vermiĢtir. Ġnsanlardan her kim emrolunduğu Ģeyler hususunda itaat ederse, Allah, emredilen Ģeyleri yapan kimsenin, yaptığı iyiliklerinin karĢılığı olarak bu dünyada göğsünü Ġslâm‟a açar; ona iyi amelleri yapmayı kolay-laĢtırır; (10-b) küfür, fısk ve isyân gibi fiilleri yapmayı da zor-laĢtırır. Büyük olsun küçük olsun, taat bakımından bu merte-beye ulaĢan herhangi bir kimse hakkında Allah‟ın hükmü böy-ledir. Yüce Allah, tövbe ve itaate güç yetirdiği halde, dünyada kendisine emredilen Ģeyleri yapmaktan imtinâ edip küfre de-vam eden kimsenin göğsünü, sanki o kimse göğe yükseliyor-muĢ gibi, daraltır/sıkıĢtırır. Bütün bunlar, onun bu dünyada irtikap ettiği küfür ve sapıklığının cezasıdır. (11-a) Tövbe, Al-lah‟ın emrettiği ve insanları davet ettiği bir iĢtir. Küfür ve fâsıklıkta ileri dereceye varmıĢ olan bir kimse hakkında Al-lah‟ın hükmü yine böyledir. Ey Mü‟minlerin Emîri! Yüce Allah Kitabı‟nda, kullarına rahmet olarak ve onları kabul edilmesini umdukları amellere teĢvik etmek üzere “ferahlık” ve “darlığı (sıkıntıyı/stresi)” zik-retmiĢtir. Yüce Allah hikmeti gereği, yapmayı istedikleri amel-lere yönlendirmek üzere, kullarının göğüslerine ferahlık ver-meyi murad etmiĢtir. Yine hikmeti gereği göğüslere sıkıntı vermeyi de murad etmiĢ, (fakat) bunu onlara açıklamamıĢtır. Bunun sebebi, onların (kendilerine sebepleri açıklanmamıĢ olan hususların açıklanması yönündeki) beklentilerinin önünü kesmek içindir. Yoksa onları Kendi rahmet (11-b) ve fazlın-dan35 ümitsiz olmaları, durumlarını düzelttikleri takdirde ken-di af, mağfiret ve kereminden mahrum etmek için değil. Yüce Allah Kitabı'nda bu hususu beyân ederek Ģöyle buyuruyor: “Allah, rızasını gözetenleri onun (Kitap)la, selâmet yollarına eriĢtirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. On-ları doğru yola iletir.”36 Peygamber (s)‟in sahabelerinden olan geçmiĢ/önceki Müslümanlar Allah‟ın kelâmına bağlıydılar; ondan hiçbir Ģeyi inkâr etmezlerdi ve onun hakkında tartıĢmazlardı. Çünkü on-lar bir tek görüĢ üzere ittifak etmiĢlerdi. (12-a) Onunla ne bir gerçeği (hakk) inkâr ederlerdi, ne de bir bâtılı gerçek olarak gösterirlerdi. Allah‟ın kendi nefsine atfetmediği bir vasfı O‟na nispet etmezlerdi. Allah‟ın yaratıkları aleyhine delil olarak gös-terdikleri dıĢında baĢka bir delil göstermezlerdi. (Hasan el-Basrî) Mü‟minlerin Emîri‟ne, insanlar kaderi inkâr ettikleri dönemde, bu hususta (kader üstüne) konuĢtu-ğunu söyledi. Bid‟atçiler (dinde daha önce olmayan yeni görüĢ-ler ileri sürerek dine eklemlemelerde bulunanlar), dinleri hak-kında tartıĢma yaptıklarında, ben onların söyledikleri ve uy-durdukları görüĢlere karĢı aksi yönde Allah‟ın Kitabı‟ndan âyetler zikrettim. (Yine Hasan el-Basrî) Mü‟minlerin Emîri‟nin inkâr etmediği, aksine bildiği ve (12-b) Kitap (Kur‟an) ve Rasûlullah (sa.v.)‟ın Sünnet‟inde bunu tasdîk eden delilleri bil-diği Ģeyleri de zikretti. Dolaysıyla Allah‟ın Kitabı‟ndan sonra bu konuya dair Ģifa verici (doyurucu) deliller Hasan‟ın risâlesinde/mektubunda vardır. Ey Mü‟minlerin Emîri! Yüce Allah hidâyetine hidâyet, ilmine ilim katsın ve onu anlayıp in-celeyesin diye Hasan‟ın risâlesinden bir nüshayı sana gönder-di. Onu anla ve üzerinde iyice düĢün. Hem kendin ve hem de Müslümanlar için aklın ve görüĢünle onunla amel et. Risâle/mektup hakkında herhangi bir Ģüphe yaratma. Çünkü bu risâle/mektup, ondaki Allah‟ın adâletini kabul edip akleden ve üzerinde iyice düĢünenler için gayet açıktır. 37Bil ki, Hz. Peygamber (s)‟in sahabelerinden ve geç-miĢ/selef âlimlerinden (13-a) bilgi elde edenler arasında Hasan kadar Allah‟ı bilip tanıyan, O‟nun dinini anlayıp algılayan ve Kitabı‟nı okuyup tefekkür eden kimse yoktur (kalmamıĢtır). Bununla birlikte Hasan, düzgün bir hale sahiptir. Dinde güve-nilir, emîn ve Müslümanların dertleriyle dertlenen biridir. Hem âhirette ve hem de dünyada sevabını Yüce Allah‟tan bekleyece-ğin bir biçimde ona ikramda bulun. Bu mektubun (Risâle'nin) sonudur. Yüceler yücesi olan Allah‟tan daha büyük ve güç sahibi bulunan hiç kimse yoktur. Allah‟ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz. O‟ndan mağfiret di-liyorum. O‟nun hoĢuna gitmeyen her tür söz ve amelden tövbe ediyorum. (13-b) Âlemlerin Rabbi olan Allah‟a hamd olsun. O‟nun salat ve selamı Efendimiz Hz. Muhammed (s), tertemiz ailesi ve ashabının üzerine olsun.38(Bu risâle), Yüce Rabb‟in mağfiretini dileyen fakîr kulu ġemsuddîn el-Kudsî tarafından, Rebîulâhir H. 882 senesinde yazılmıĢtır
·
159 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.