Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bir Yudum Kitap
Ben de bu dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yoramayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken  dem gibiyim. “Ben neyim?” diye gelmedimse de dünyaya, belli, “Ben neyim?” diye diye gideceğim. Parmaklarımın ucunda yükselerek bir pencere aralığından, batan güneşi gördüğüm günden beri, gökyüzünün rengini, yeryüzünün derdini seçebilirim; ışıklı, bulutlu, denizliyim. Dalgaların ve yağmurun dilini az çok bilirim fakat neyi bildiğim gibi nereli olduğumun da henüz farkında değilim. Sahibinden yitik havza; rüyalar devşiririm. Dağılır mürekkebim beyaz örtüler üzerinde. Bir türlü bir araya gelemediğimi fark ederim. Her ben dediğimde “Affola,” diyesim geliyor oysa. Ben desem bile bu bambaşka bir ben oluyor. Azaplardan azabennâr seçiyorum. Nâr üzeri dört elif. İmlâları bozuyorum. Zamanın hızı kesmez beni, dili acıtmaz, mesafesi durdurmaz. Elimi uzatsam, kendi kaderime dokunacağım. Ben ki, hep özne oldum ömrümün cümlesinde, lâkin hiç eylem olamadım. Kadrajında yer tutsam da kartonunda yerim olmadığını bildiğim fotoğraflarda bile gülümsedim objektife. Bildim bilinmesi gerekeni. Ama yaşamaya sıra gelince adamakıllı tökezledim. Eylemim yok, baştanbaşa teoriyim. Ama işte! .Tepeden tırnağa yara olan da benim.  “Hiç yara almam,” sanırken aldığı yaralardan tanınan biriyim ben. En şaşılacak yerde kurağa düşmesem adım çöl olmazdı. Kimi taş gemi oldum cam ırmakların üzerinde yüzmeye kalkıştım; kimi cam ırmak oldum taş gemilerin bağrımda yüzmesine alıştım. Şeyhimiz Galip bizden şanslıydı. Ateş denizinde mumdan gemiler yüzdürürken hangi tarafın zararlı çıkacağını baştan biliyordu. Oysa biz, cam ırmağında taş gemi yüzdürürken sadece ırmağın değil geminin de incindiğiyle şaşkın kaldık.  Ben ki kırk yıldır tufanda dalga, illâ’da lâ, Kerbelâ’da belâyım. Bahtı da tahtı da müjdeleyen Hüma değildim. Turnaydım, gölgem vardı. Habbeyi kubbe eden, ha demeden hayran olan bir kalbin sahibiyim ben. Bir şeyin içinde ya tam varım ya yok’um. Kıyısında kalamıyorum. Her şey kalbine hızla çarpan ama aynı hızla da geri çekilen. O ben’im işte. Aceleciydim. Son bölümünden başladım elime tutuşturulan ilk kitabı okumaya.  Gözlerime kum doldu. Körebeyim. Emen benim, beni vuran el benim. Ukde düğüm. Benim hâlim düğüm düğüm. Kördüğüm. Ezelde ne yapmış olmalıyım? Neyin sözünü vermiş olmalıyım? Bilmiyorum ki. Susuzluktan yandığımda içtiğim suyun bengisu, ölüm döşeğindeyken kapısına düştüğüm doktorun Lokman olmadığını öğrendiğimde dünyanın cennet olmadığını anladım. Çilenin içinden parladı bu bilgi. Çok da kullanışsızdı. Ama değdi. Öyle yanlış kapılar çaldım, dünyalar bir araya gelse anlamayacaklara öyle güzel hikâyeler anlattım ki. Helâl ü hoş edelim mi şimdi? Gece geçtiğim yollara sabah olup da gündüz gözüyle baktığımda gördüm uçurumları. Cahilin cesareti. Şimdi sağa çektim bekliyorum. Dönüp bir an bakıyorum geriye. Hayret, taş kesilmemişim. Sadaka dağıtmaya alışkın kırk yıldır yanılmış Züleyha. Bu kez de elinde paslı bir ayna, geçmez iki akça. Gafletin bir kefareti olsa katbekat ödeyebilirim. Ama yok. Kendimi dağlara, taşlara, ağaçlara aşikâr ettim, şerh ettim, tekrar ettim, ezber ettim. Gün gelip ret, gün gelip inkâr ettim. Özge cemal bulamayıp, dönüp yine kendime nazarla muhabbet ettim. Hâlâ içimde dar günlerimin kırkıncı odası hâlâ yüreğimde çatlamayan sabır taşı. Hayret! Tufan kopmuş çoktan ama boğulan olmadı. Kocaman bir bulut geldi, üstümde durdu. Sesim geliyor, kendim görünmüyorum. Yalandır anlaşılmaz olduğum; kalbim açık, dersim açık, yazım açık. Ama kim bir hikâye kahramanına dönüştürüldüğünde kendisini zahmetsiz tanıyabilir? Benim işim hep güzellik değil, sadece gül alıp gül satmam, tahmin bile edemezsin. Yine de kendi özgeçmişimi yazabilecek en uygun kişi olduğum hususunda endişeliyim. Bu gece çok ağlayacağım, bunu tarihler yazmayacak ama kâtipler yazacak. Tarihler yazmasın. Ben kendimin tanığıyım. Ama bana hangi lisanla sual edeceksiniz şimdi? Bak şimdi, ben dünyanın hay u huyuna bir gönül huzuruyla hoşça tebessüm edebileceğim kadar ölümün bana yakıştığı yerdeyim. Gül devrim, lâle devrim geçti, şimdi nergis devrimdeyim. Ben buraya bıçak sırtında yürüye yürüye, sehiv secdesinde bile yanıla yanıla, mahya kandillerinin şiddetli rüzgârda kopup düşeceğinden korka korka geldim. Rüzgârdan kanatlarım vardı. Hiç korkmadım. Hiç tereddüt etmedim. Hiç titremedi elim. Oysa yüküm ağırdı. En arandık odanın anahtarını elceğizimle attım denize. Kurumasın, huyumdu. Elmasları daha parlasın diye düğün töreni geceye bırakılmış kraliyet gelini değildim ben. Ben bugüne düşe kalka, bata çıka, serapa kusur serapa hata, zor geldim. Aman Allah’ım! Nerelerden geçmişim ben? Nasıl tırmanmışım? Nasıl düşmemişim? Nasıl dönmüşüm geri? Kapatmasın kimse gözlerimi ki göreyim. Bildiklerim bir yana, kim bilir bilmeden nelerin yanından geçip gitmiştim. Dünya beni hiç terk etmeyecek bir korku bırakmışken bu dağlara, keşke o dünyanın gelip geçiciliğine dair iki kelâm da ben edebilseydim. Gelen geçti, yiten bitti. Son baharını göreceğimden endişe ettiğim sardunya bana, ben sardunyaya kaldık sonunda. Geçtim içinden hayatın. Şimdi o koşsun arkamdan...
Sayfa 15 - Timaş Yayınları
··
197 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.