Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

369 syf.
9/10 puan verdi
·
14 günde okudu
"Etrafında pervane olan hayranlardan yoksun, büyük yalnızlığı içinde, bir görevin gereği olmadan seve seve sadakat gösteren bir kadına karşı bir delikanlının taparcasına beslediği romansı ve aynı zamanda sade aşkın hikâyesi" (Sayfa 247) Kısaca bahsetmek gerekirse romanımızın özü bu işte, hem de kendi yazarının ağzından. Yine de üzerine söylenecek çok şey olan harika bir roman olduğunu bilmenizi isterim. Her cümlesi öylesine dolu bir romandı ki incelememe nereden nasıl başlasam karar vermek zor oldu benim için. Çünkü her okuduğum cümle anlamlı geliyor, ‘Bunu mutlaka yazmalıyım!’ düşüncesi bırakıyordu bende. Tasvirlerinin uzunluğu kitabı hazmetmemde beni uzun bir sürece atmış olsa da okuyup bitirdiğim için hoşnutum. Zira Dahiler ve Aşkları adlı kitapta kendisi ve aşk hayatı hakkında bilgi edindiğim bu yazar ve onun en nadide eseriyle tanışmış olmak bana ayrı bir keyif verdi. Romana gelecek olursak, Kont de Mortsouf, bir başka deyişle vadide açan bu zarif ve beyaz zambağın biricik sahibi, kıymet bilmez bir hastalık hastası sinirli bir adam olarak sevmediğim fakat benzerlerini pek rahatlıkla gerçek hayatta görebileceğimiz bir tasvirle anlatılmıştı, karısını kendi için seviyor, onun kadın olmanın gereklerinden yoksun olduğunu öne sürerek sürekli bir eleştiri yağmuruna tutup yavaş yavaş solduruyordu bu çiçeği. Fakat kendisine olan bağlılığını biliyor ve bu sebeple o da karısına karşı ahlaksız bir tavır takınmayı kendisine yediremiyor belki de özgür hissedemiyordu. Kontes ise ona ne isterse sağlıyor fakat asıl isteğini anlayamıyor, kendi tabiatının dışında kalan bu isteklere cevap veremiyordu. Bu da ruhlarının aşka aç kalmasına sebep oluyor kanımca. Vadinin bu bembeyaz zambağı, vadiyi adeta hayatta tutan Madam de Mourtsauf, bedeniyle kocasına bağlı Blanche, ruhuyla tamamen Felix’e ait Henriette. Bu iki farklı kadını bünyesinde barındırmış, ikisinin sürekli çatışmasının arasında kalmanın yanında çocuklarının eğitimi ve iyiliği için elinden geleni yapmış, adeta hepsini kanatları altına almıştır. Çoğu zaman Felix’e olan doya doya yaşayamadığı aşkının çocuklarının sevgisinin önüne geçtiğinden endişelenip yakınmış, ‘her büyük sevgi borçlu olduğumuz öbür sevgilerden çalınır, onların zararına olmak üzere büyür.’ demiştir ki tamamıyla katılıyorum bu düşüncesine. Altını çizmem gerekir ki burada bahsettiğimiz normal bir sevgi değil, yoksa tabii ki Sabahattin Ali'nin de dediği gibi sevgi dağıldıkça azalan bir şey değildir fakat deyim yerindeyse burada söz konusu olan adeta bir kara sevda. Haliyle bu sevdaya tutulanın gözünün sevdiğinden başkasını görmemesi doğal geliyor. Ömründe bir kere bile ciddi anlamda aşık olan kişiler muhtemelen daha iyi anlayacaktır ne demek istediğimi. Örnek verecek olursak; Henriette Felix’ini öylesine sevmiştir ki, bir kadın kocasının öpücüğü saçlarına konsun da, alnı öpülmemiş olsun diye eğildiği zaman da bir suç işlememiş midir? diye sorarak bunu Felix’e karşı dile getirmiştir, ona özel bir yer vermiştir kendi yüreğinde. Felix’e gelecek olursak, romanın başlarında inanmakta zorlandığım bir karakter çiziyordu, zira aşık olduğu kadının sadece varlığıyla mest olan, ondan bir şey beklemeyen, onun için tüm tensel ihtiyaçlarını geri plana atabilen bir erkek ancak hayal dünyasında var olabilecek bir karakter. Felix'in aşkını dile getirdiği şu satırlarda çok güzel bir şekilde duyumsayabiliriz; ''Ruhum da duygularım da aynı büyünün etkisi altındaydı. İsteklerim nasıl da uzanıp gidiyordu ona kadar! Bir delinin aynı şeyi durmadan tekrarlaması gibi, şu sözler düşmüyordu ağzımdan: "Benim olacak mı o?" Gerçi evren daha önce de büyüktü benim için, ama işte o gün bir de eksen bulunmuş oldu evrene... Arzuymuş, emelmiş, ne varsa ona bağlandı bütün; kırık yüreğini onarabilmek için onun her şeyi ben olayım istedim.' Fakat romanın sonlarına yaklaştıkça onun da insan tabiatına yenik düştüğünü ve güzel bir İngiliz kadını olan Markiz Arabelle’ye karşı koyamadığını görüyoruz. Öyle ki bu ihaneti, her ne kadar tam bir ihanet olarak sayılamasa da Henriette’yi ölüme götüren bir kedere sebebiyet veriyor. ‘Hançerin işini keder görüyor!’ şeklinde tanımlanıyor kitapta kontesin kalbinde açılan yara. Felix hayatlarına dahil olduğu bu iki kadının karakterleri arasındaki farkı özetle şu şekilde anlatıyor; ‘Bir melekle bir şeytanı aynı anda seviyordum; biri, kendi kusurlarımızdan dolayı kızıp kötülediğimiz bütün erdemlerle, öbürü, bencilliğimizden dolayı küçümsemek istediğimiz bütün fenalıklarla bezenmiş iki kadın.’ Felix Henriette’ye olan karşı koyulmaz aşkını, Arabelle’e duyduğu tensel çekimi, kendisinde ilgi uyandıran bir üçüncü kadın olan Natalie’ye anlatmıştır roman boyunca, biraz da anlattıklarının farkında olarak romanın ilk sayfalarında rastladığımız şu güzel cümleyi kurmuştur; "Bana olan sevginin, sana içimi açtıktan sonra bir kat daha artmasını isterdim. Akşama görüşmek üzere". Fakat romanın sonunda Natalie’nin cevabı olumsuz olmuş, dost kalmayı yeğlemiştir, zira onun kalbinde iz bırakmış bu iki kadının ruhlarıyla kendi aşkının varlığını sürdüremeyeceğini dile getirmiştir.
Vadideki Zambak
Vadideki ZambakHonore de Balzac · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202242,3bin okunma
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.