" Siz ona ne verirseniz o da size o kadarını veriyor." Aslında tam da buydu be Necipciğim. Fakat yazdıklarını okudum, okudukça güldüm. O kadar 12'den vuruyordu ki, gülmem mutluluktandı. Yahu biz artık birbirimizi bayağı bir anlıyoruz.
Bak Necip Hocam ne diyor?
<<<<<“Sanık firarda zaten. Ölen belli, öldüren belli, sebep belli. Hikayesini biz yazacağız. Bu arada ben de boş durmadım. Esnaf, komşu turladım biraz. Dinle bak! Kasap Rıza, Yemci Naci, Niyetçi Ali, Kırtasiyeci Rafet abi. Ya tamamını ya da bir kısmını olayın, görmüşler. Birkaç karakter de kendimiz uydururuz. Bunlar da cabası,” dedi. Elinde tuttuğu iki adet fotoğrafı uzattı. Fotoğrafları aldım. Biri genç bir kadın, diğeri, nişan ya da söz fotoğrafıydı. Beraber poz vermişler. “Güzelmiş kızcağız,” deyip, fotoğrafları geri uzattım. Boş durmadım ama.
“Olur mu Necip abi, biz nasıl yazarız hikâyeyi. Kafamıza göre nasıl uydururuz. Suç olmaz mı, hadi suç olmadı, ayıp olmaz mı? Gel gerçeğini yazalım,” dedim.
“Gerçek mi? Ne gerçeği oğlum. Kim biliyor gerçeği? Hem, kimseye lazım değil gerçek,” dedi. Sinirlendim. Masaya hafifçe vurdum. İsyan takındığım bir tonla,
“Olur mu, gerçeği yazmaya yemin ettik biz Necip Abi,” dedim.
“Dur be oğlum, sinirlenme! Tamam, gerçek. De kimin gerçeği? Her anlatan kendi hikayesini anlatacak. Sen daha çaylaksın, bilmezsin,” dedi. Sakindi.
“Her işin bir gerçeği olur. Senin ya da benim gerçeğim mi olurmuş. Bulalım gerçeği, onu yazalım,” dedim.
“Bu işler başka ama. Ulan çaylak! Bu işi koskoca bir devlet mekanizması yürütüyor. Polis teşkilatı var. Savcılık teşkilatı var. Mahkemeler var. Bu onların işi. Sen mi yürüteceksin tek başına tüm bu işleri? Biz haberciyiz aslanım. Halka haber vereceğiz. Böyleyken böyle oldu. Ölen buydu. Öldüren buydu. Sebep buydu. Nasıl olduğu da belli. Bizim tek yapabileceğimiz, olanı sağlam hikâye etmek, milleti olaya kanalize etmek.”
Gak guk ettim, ama diyecek söz bulamadım. Kendi duyabileceğim bir sesle, “Nasıl olacak bu,” dedim.>>>>>
Ben boşuna Necip Hocamı izlemiyorum?