Eşimizi Neye Göre Seçeriz?
Tesadüf gibi görünen eş seçimleri gerçekte
tesadüf müdür? Eş seçimi aslında tahmin
edilenden daha karışık bir süreçtir.
Aşık olma süreci tamamen tesadüfler üzerine
kurulu gibi görünse de gerçekte olan aslında
beynimizin alt katmanları yani en temel
beden fonksiyonlarını yerine getiren kısmı,
eşimizi ebeveynlerimizle karıştırıyor. Elbette
bu fikri kabullenmek kolay değildir. Bebek ilk
başta nasıl anne ile bir bütünlük duygusu
yaşıyorsa, evlilik yapılırken de eşimizin
mucizeler yaratarak bize bu bütünlük
duygusunu geri getireceği beklentisi içine
girmekteyiz.
Herkes olumlu özelliklere sahip insanları
aradığını düşünür özellikle mutsuz bir
çocukluk geçirmiş olan kişiler, eş seçerken
kendilerini büyüten insanlardan çok daha
farklı özellikler taşıyan kişilere sıcak bakarlar.
'asla babam gibi bir alkolikle evlenmem',
'annem gibi kavgacı bir kadın istemem'
şeklindeki cümleler sık duyulur. Ancak yine
de farkında olunmadan ebeveynlerinin
davranış özelliklerini taşıyan kişileri eş olarak
seçiyorlar. Çiftlerden, eşleri ile
ebeveynlerinin özelliklerinin karşılaştırması
istendiğinde aralarında çok fazla benzerlikler
olduğu görülecektir. Şaşırtıcı bir şekilde
özellikle de olumsuz özelliklerin benzeştiği
görülmektedir. Eş seçimi yaparken mantık
temeline dayanılsaydı kimse kendi
ebeveynlerinde gördüğü yetersizliklerin
benzerini taşıyan kişileri eş olarak seçmezdi.
O zaman olumsuz kişilik özelliklerini
böylesine çekici kılan nedir? Alt beynimiz
hayatımızın hayal kırıklıkları yaşadığımız ilk
dönemlerine geri dönerek, yarım kalan işimizi
bitirmemizi sağlamaya çalışır. Hayatımızın en
erken dönemlerinde bize bakan insanlara ait
izlenimler beynimizde en canlı anılardır
özellikle incitici olan yaşantılar en derin izleri
bırakır. O nedenle hayatımızın ilerleyen
yıllarında özellikle aşk ilişkilerinde bu incitici
anıları canlandıran insanları seçmeye
meyilliyiz.
Eş seçiminde etken olan bir diğer duygu da
insanların kendilerini tamamlayacaklarını
düşündükleri kişilere yönelmeleridir. Örneğin
içe kapanık biri sosyal ve konuşkan birine,
duygularını hiç dışa vuramayan biri duygu
dışavurumu yüksek olan kişilere çekim
duyarak bir şekilde tamamlandıkları hissine
kapılırlar.
Sezgilerimiz, özellikle kendimize eş ararken
son derece duyarlıdır, çünkü bizim asıl
aradığımız şey, temel bilinçdışı dürtülerimizi
tatmin edecek birisidir. Bu ihtiyaçlarımıza
cevap verecek gibi görünen birileriyle
karşılaştığımızda ise alt beynimiz sayesinde
derhal ona ilgi duymaya başlarız. Fakat
çoğunlukla olan şey ise ilişkinin ilerleyen
dönemlerinde tekrar yaralarımızın
kanamasıdır.
Aşk ilişkisinin ilk aşamasında partnerimize
anne babamıza ait pozitif özelliklerin
olduğunu görebiliriz. Bir süre sonra ilişkide
sözler verilmeye başlandığında işler değişir
ve artık kendimizde olmadığını varsaydığımız
olumsuz özelliklerin onda olduğunu görmeye
başlarız ve böylece güç savaşı başlar. Güç
savaşı başladığı zaman çocukluktaki yaralar
tekrar kanamaya başlar; ihmal edilme,
eleştirme, suçlanma, değersiz görülme gibi
duygular yeniden alevlenir. Bu mutsuzluk için
eşler birbirini suçlamaya başlar, çünkü
değişenin kendileri değil diğer kişi olduğunu
düşünür ve çeşitli silahlar kullanmaya
başlarlar. Hissettikleri umutsuzluğun
etkisiyle, eşleri tarafından daha çok sevilme
isteğiyle bazı olumsuz taktikler kullanmaya
başlarlar. Sevgi ve şefkatlerini eşlerinden
esirgemeye, onlara soğuk davranmaya, onlara
karşı eleştirel ve alıngan olmaya başlarlar.
Böylece eşlerine yeterince acı verdikleri
takdirde, onların aşklarının ilk günlerdeki
hallerine döneceklerini sanırlar. İnsanların
kendilerini engellenmiş hissettiğinde bu
isteklerini direk söylemek yerine sevimsiz
olmaya çalışarak ve karşıdakini kışkırtarak
bunu göstermeleri yine çok küçük yaşlarda
edindiğimiz bir davranış şeklidir, tıpkı
bebeklerin huzursuz olduklarında avazı çıktığı
kadar ağlamaları gibi.
Aşk ilişkisindeki güç aşamalarına baktığımız
zaman, ilk zamanlarda eşimizin
ebeveynlerimizin yerine geçeceğini ve bize
çocukken yoksun bırakıldığımız şeyleri
sağlayacaklarını varsayıyoruz. Bir süre sonra
aşık olmamıza rağmen kendimizi
tamamlanmış hissetmediğimizi görüyoruz,
bizim ne istediğimizi eşimizin bilmesine
rağmen bunu karşılamadığını düşünüyor ve
öfke duyuyoruz. Böylece eşlerimizin olumsuz
yanlarını görmeye başlıyoruz. İşler daha
kötüye gittikçe de eşlerimizden bu
ihtiyaçlarımızı karşılamanın yolu olarak,
onların ihtiyaçlarını ve istediklerini
vermemeyi seçiyoruz. Öyle ki bu güç savaşı
aşamasında çiftler, gerçek yakınlaşmayı
imkansız hale getirecek bir şekilde ilişkiyi
düzenlerler, birbirleri ile daha fazla vakit
geçirmemek için ellerinden geleni yaparlar,
hobilerine, arkadaşlarına yani birbirleri
dışındaki her şeye daha çok vakit ayırırlar.
Farkındalık ve bilinçliliğin arttığı ilişki ve
evlilikler yaratmanın temel bazı prensipleri
vardır. En başta iyi bir evlilik yaratmanın ne
kadar zor olduğunu kabullenmek gerekir.
İnsanlar genelde iyi bir evlilik için yapılması
gereken tek şeyin sadece doğru insanı
seçmek olduğunu düşünür ama aslında
yapılması gereken doğru insan olabilmektir.
Daha gerçekçi bir bakış açısıyla iyi bir
evliliğin sorumluluk, değişme ve gelişme
azmiyle yaratılabileceğinin farkında olmak
gerekir. Daha doyurucu birliktelikler yaşamak
için yapmamız gereken değişimler için
önümüzdeki en önemli engellerden biri
değişim korkumuzdur. Değişmekten korkmak
insan doğasının temelinde vardır.
Diğer prensiplerden biri de aşk ilişkisinin
çocukluk yaralarımızı tedavi etmek gibi gizli
bir amacı olduğunu bilmektir. Yüzeydeki
arzularımız yerine, bunun altında yatan
ihtiyaçlarımızı fark edersek evliliğe daha
uzaktan bakıp olan biteni daha iyi görme
şansı artar ve günlük etkileşimler daha
anlamlı gelmeye başlar. Arzularımızı eşimize
anlatma konusunda sorumluluk almak önemli
durumlardan birisidir. Genellikle insanların
ihtiyaçlarının kendiliğinden eşleri tarafından
sezileceğine dair inançları vardır, ancak
gerçekte olan bu değildir. Eşinizin sizin
arzularınızı kendiliğinden sezme şansı
düşüktür, bunu ona anlatabilmek için net
iletişim kanalları geliştirmek gerekir.
Doğru ilişki geliştirmek için bir diğer
prensipte eşinize dair daha doğru bir algı
oluşturmaktır, onun sizin kurtarıcınız değil
sizin gibi ruhsal yaraları olan ve onları tamir
etmeye çalışan biri olduğunu kavramak
gerekir. Eşinizin hayattaki rolü sizin
ihtiyaçlarınızı mucizevî bir şekilde karşılamak
değildir onun da aynı zamanda kendi dilek ve
ihtiyaçları mevcut ve onlarda en az sizinkiler
kadar önemlidir. Eğer buna inanmazsanız,
evliliğin sadece sizin ihtiyaçlarınıza hizmet
etmesini beklerseniz bu adaletsiz bir ilişki
olur ve sonunda her iki tarafta bu
adaletsizlikten etkilenir.
Yine önemli olan diğer noktalardan birisi her
iki tarafın kendi kişiliği ile ilgili olumsuz
yanları sahiplenmesidir. Bunun sorumluluğu
alındıkça taraflar kendilerindeki olumsuz
tarafları karşı tarafa yansıtmaktan
vazgeçerler. Benzer şekilde eşinizde onunla
tamamlanma duygusu yaşamanıza neden olan
olumlu özelliklerde bir tür yanılsama
duygusu yaşatır o nedenle kişinin kendi
içindeki eksik ve gizli yönlerini geliştirebiliyor
olması önemlidir.
Çiftler eşlerinin başka bir bakış açısına sahip
olabileceğini düşünseler de aslında onun bir
konuda farklı düşünüyor olmasından rahatsız
olurlar. Eşinizin sizinkinden farklı görüşlerini
bir çatışma kaynağı olarak görmek yerine,
onları kendimizle ilgili bir bilgi kaynağı olarak
görebilmek önemlidir. İşin özünde evlilik size,
kendi hakikatlerinizle birlikte bir başkasının
hakikatlerini anlama olanağı sunar. Eşinize
yönelttiğiniz eleştirileriniz aslında size
kendinize dair bilgi toplamak için de bir
kaynaktır. Çünkü bu eleştiriler ondan ne
beklediğiniz, neye ihtiyaç duyduğunuza dair
bilgiler içerir.
Dr Hüner Aydın