Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

483 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Beni bilen bilir, bu dünya üzerindeki en büyük Metallica hayranlarından biriyim. Bu konuda da çok iddialıyım. Bu yüzden baştan uyarmak istiyorum bu kitap hakkında kafamdaki her şeyi yazarsam, bu yazı çok uzun olacak. Yarısını yazsam bile bu durum yine böyle olabilir. Biyografi yazmak ve türe bağlı eserleri okumak kolay olmayabilir. Çünkü konusu yaşantıya dayanır ve hayat yoğun işleyen bir mekanizmadır. Bu yüzden ya üstün körü anlatıp vasat bir kitap yazmış olursunuz ya da elinizdeki her şeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koyar ve riskleri göze alarak kitabınızı beğeniye sunarsınız. Joel McIver’ın Metallica ile olan geçmişini göz önünde bulundurursak grup ve grubun yaşantısı hakkında ne kadar bilgiye sahip olabileceğini tahmin edebiliriz. Herhangi bir araştırmaya başvurmadan da bu kitabı zengin bilgilerle donatabilecek derecede Metallica birikimine sahip olan bir yazar kendisi. Yalnızca Metallica değil, Metallica’nın ortaya çıktığı dönemlerin underground metal grupları ve o dönemi yoğunlukla etkileyen New Wave of British Heavy Metal akımı hakkında oldukça detaylı bilgiye sahip. Bahsettiğimiz dönem, yani seksenlerin başı, McIver’ın gençlik dönemlerinin de başına denk geliyor. O dönemin rock’n roll müziğindeki radikal değişikliğe birinci elden tanık olmuş ve kuvvetli gitar cümleleri ve davul ritimlerine yeri ve zamanında kafa sallamış McIver. Bu nedenle günümüz metalseverlerinden (kendim de dahil) birkaç hatta birçok adım önde biri. Ayrıca müziğin günümüzde geldiği noktaya da en çok üzülen insanlardan… Elbette, bu duruma üzülmek için illa o dönemi görmek gerekmiyor. Kendi açımdan baktığım bu durumu şöyle açıklayabilirim; müzik eskiden tere ihtiyaç duyardı. Ortaya koyulan eserleri hem fiziksel hem zihinsel çaba harcayarak oluşturulurdu. Grup arkadaşlarınızdan birinin evinin kullanılmayan bir garaj olması o dönem için bir nimetti ve okul sonrası koşarak o garaja girip arkadaşlarınızla amfilerin seslerini sonlayıp kendinizi müziğin kollarına bırakmanız da paha biçilemez bir keyif… Tabi ki ben bunları yaşamadım. En büyük üzüntülerimden biri de budur. Metal müzikle ilk tanıştığımda altıncı sınıftaydım ve bir arkadaşımın beni “Enter Sandman” adlı şaheserle tanıştırmasıyla her şeye bakış açım değişmişti. Sonradan öğrenmiştim ki, “Enter Sandman”, metalin devi Metallica’nın beşinci albümündendi ve ben işe çok ortadan dalmıştım. The Black Album sound’undan çıkıp grubun ilk günlerine, Kill ‘Em All’a dönünce karşılaştığım vahşi müzik karşısında neye uğradığımı şaşırdım. Garajdan çıkarken hızlarını alamayan bir grup gencin ortaya çıkardığı bu albümü defalarca baştan sona çalarken, aslında o dönemin metal anlayışını büyük ölçüde değiştirdiği gerçeğinden habersizdim. Kendi doğum tarihimle Metallica’nın zaman çizgisini karşılaştırdığımda doğduğum yıl olan 1996’ya kadar babaların tam 6 stüdyo albümüne imza attığını öğrendim. Doğduğum an Metallica’nın içine düşmediğim gerçeğini de göz önünde bulundurarak geri kalan tarihe de baktığımda, benim bu dünyada olduğum süre boyunca da biri “cover”lardan oluşan dört tane daha stüdyo albümü ve bir de San Francisco Senfoni Orkestrasıyla konser kaydı gerçekleştirdiklerini öğrendim. Günümüze bakacak olursanız, biri efsane Lou Reed ile birlikte kaydettikleri ve hakkında pek de olumlu eleştiriler duymadığımız “Lulu” ve son zamanlarda piyasaya sürülmüş “Hardwired… to Self-Destruct” adlı iki albüm; “Through the Never” adlı bir sinema filmi ve daha nicelerini görebiliriz. Söylemeye çalıştığım şu; bu adamlar kariyerlerine son hız devam ediyorlar ve durmaya da pek niyetleri yok. Metallica’nın beni nasıl büyülediğine girersek çıkamayacağız sanırım, 2014’teki İstanbul konserinden çıktıktan sonraki halimi bilenler zaten ne demek istediğimi az çok anlarlar. Şu soruya bakalım; McIver metalin devlerini nereden başlayarak nereye kadar ele almış? Bu sorunun cevabı, tüm Metallica severleri ve elbette tüm müzikseverler ve tüm okurları tatmin edecek derecede geniş. Kahramanlarımızın çocukluklarından, yollarının nasıl kesiştiğinden alıp; 2014 yılındaki son gelişmelere kadar (2009 yılında basılan kitabın 2014 baskısı, yeni albüm ve son detayları içerecek şekilde yeniden düzenlenmişti) içerik barındırmakta. Bu kadar geniş bir zaman aralığını anlatan kitabın düzenlemesi de bölümleri yıllara ayırarak yapılmış. Sene aralıkları içeren bölümlerin aralarında bazen de efsaneler ve gerçekler üzerine kısa bölümler yazılmış, ki Metallica hakkında ortada birçok efsane varken bu tarz bölümlere ihtiyaç vardı. “Metallica” benim okuduğum en iyi biyografidir (hayır, Metallica’ya büyük bir hayranlık beslediğim için değil) ve yine de tam olarak bir biyografi gibi değil benim gözümde. Joel McIver büyük bir Metallica hayranı. Bu yüzden böyle bir kitabı kaleme alırken kişisel görüşlerinden uzak durmayı deneseydi ortaya samimiyetten yoksun vasat bir kitap çıkardı diye düşünüyorum. Metallica’nın ’96 yılından sonra izlediği yola McIver’ın bakış açısıyla benim bakış açım çok farklı. McIver, bu durumdan kitabında zaten bahsediyor. Hoş, ben o varsayımına da karşı çıkıyorum. Yeni nesil metalseverlerin Metallica’nın girdiği yoldan memnun olmasının normal olduğunu ve bu durumdan hepimizin korkması gerektiğini söylüyor, McIver. Evet, Metallica ’96 yılında çıkardığı Load ve hemen birkaç ay sonrasında piyasaya sürdüğü Reload ile kendi tarz çizgisinin oldukça dışına çıkıp, “metal” olarak kabul edilmeyecek parçalar yaptılar. Uzun süreli hayranlar tarafından büyük hayal kırıklığı olarak kabul edilen albümler, önceki beş albüm kadar unutulmaz parçalar içermiyordu. Bambaşka bir sound, bambaşka bir imaj ve çok daha yumuşak bir müzikle karşı karşıya kalıyordu hayranlar. Kimse böyle bir değişime hazır değildi. Bunun üzerine, senfoni orkestrasıyla kaydedilen konserin nispeten daha başarılı olması haricinde Metallica, 2000’li yıllara kadar ortada görünmedi. Müzikal anlamda elbette. Bu sırada grup zor zamanlar yaşadı. Napster davasıyla uğraşırken bir yandan da bassçıları Jason Newsted’in gruptan ayrılmasıyla zor durumda kaldılar. James Hetfield’ın alkol problemi yüzünden rehabilitasyona yatması ve zaten grup içindeki ilişkilerin yerlerde sürünmesiyle Metallica gerçek anlamda “dibi gördü”. Çırpınışlarının en büyük kanıtı da 2003 yılında piyasaya sürdükleri St. Anger adlı albümleriydi. St.Anger camiadan o kadar kötü eleştiriler aldı ki, Load & Reload ikilisinin eleştirileri bunun yanında yumuşak kalırdı. Lars Ulrich’in teneke sesine benzer trampetleri, James’in yer yer detone sesi ve Kirk’ün “olmayan” gitar soloları büyük tartışmalar yarattı. Bass gitar eksikliği de grubun prodüktörü Bob Rock tarafından giderilmişti fakat ortada bir grup kimyası olmadığı için albüm bütünlükten uzaktı. Fakat, her ne kadar kendinden önceki albümlerden seviye olarak çok çok düşük de olsa, Metallica St.Anger ile ayaklarını yere vurup yukarı doğru yüzmeye başladı. Metallica’nın dipten yükselişi de böylelikle başladı. McIver’ın bu dönemlere karşı tavrı çok sert. Load & Reload’u birkaç şarkı haricinde beğenmemiş, iki albümden toplamda elle tutulur üç veya dört şarkı çıkabileceğini öne sürmüş. Ayrıca St. Anger konusundaki eleştirilere de katıldığını söylemiş. Bana sorarsanız; eski Metallica’nın büyük bir hayranıyım. Bana göre tüm zamanların en iyi albümü “Master of Puppets”tır. Ayrıca ikinci albüm “Ride the Lightning” unutulmaz hızlı ve melodik bir thrash metal albümüdür ve çıkışından 34 yıl sonra bile o kalitede bir albüm gelmemiştir. Tüm teknik aksaklıklarına rağmen “…and Justice for All” da şimdiki metal akımlarının ana hatlarını şekillendirmiş ve muazzam bir albüm olmayı başarmıştır. Ne diyebilirim ki? Metallica bir neslin tüm sanatçılarının toplanıp yapamadığını yalnızca beş albümde yapmışlardı. Load & Reload’u dinledikten sonra ben de bu yüzden hayal kırıklığına uğramıştım. Fakat, St. Anger sonrası gelen güçlü “Death Magnetic”i bildiğim için kendimi çok da paralamadım. Ayrıca bu iki albümden çok sevdiğim şarkılar oldu. Şunu düşünüyorum; evet Metallica çok büyük bir tarz değişikliğine gitti, fakat adım attıkları yeni tarzda da o tarzın en iyi albümlerini yaptılar. Aynı şekilde de St. Anger’da ham bir sound yakalamak istediler ve bunu başardılar. Grubun imza attığı en samimi albümdü, “Some Kind of Monster” belgeselini izlerseniz ki mutlaka izleyin, demek istediğimi anlarsınız. Çok uzattım biliyorum, bunun için hepinizden de özür diliyorum. Söylemek istediğim daha tonlarca şey var, kitap içerik açısından o kadar zengin ki! Yalnızca içerik değil, grup için dönüm noktası olan çoğu yeri de yoğun hisleri olduğu gibi aktararak başarıya ulaşıyor. Kitabın her sayfasından ayrı ayrı zevk almış olsam da benim için zirve noktası; turne otobüsünün kazası sonucu erken yaşta hayata veda eden, dünya üzerindeki en yetenekli müzisyenlerinden birine, Cliff Burton’a veda niteliğinde yazılmış bölüm oldu. Yazı içerisinde Cliff’ten ve bu bölümden bahsetmek istemedim ve şimdi de detaylandırmak istemiyorum. Kitabı okumak isteyen herkes o bölümü kendine ayırdığı vakitte kendi hisleriyle baş başa okumalıdır. Gelmiş geçmiş en büyük grup hakkında yazılmış, gelmiş geçmiş en kapsamlı ve başarılı biyografi! Çoğu fikrimiz çatışsa bile Joel McIver da ben de çok büyük birer Metallica hayranıyız. Bir Metallica hayranı olarak, McIver’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Fakat, tabi ki en büyük teşekkürlerim; grubun şimdiki dörtlüsü olan James Hetfield, Lars Ulrich, Kirk Hammett ve Robert Trujillo’ya; ayrıca Metallica’yı Metallica yapmak için grubun yolunda yürümüş olan başta unutulmaz Cliff Burton’a, sonrasında Dave Mustaine, Jason Newsted, Ron McGovney ve nicelerine…
Metallica
MetallicaJoel McIver · Mona Yayınları · 201822 okunma
··
124 görüntüleme
Tatarov okurunun profil resmi
'gelmiş geçmiş en büyük grup' kısmı biraz abartılı buldum, tabii bu senin görüşün.
Berkecan okurunun profil resmi
Bazı kesimlerce başlı başına bir "genre" olarak kabul edilmiş bir grup sonuç olarak, bence bu yüzden esinlendikleri grupların da başarılarını katladılar. Ama tabi ki görüş farklılıkları olabilir ve olmalı da zaten.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.