Yüzyıllar önceki bir krala yakışırdı
o mekanik oyuncak. Bir uçtan bir uca uçardı.
Sahici beyaz saçıyla küçük bir sirk atıydı.
Siyah gözleri parlaktı.
Sırtında bir dansözü taşırdı.
Dansöz ayak uçlarında dururdu ve dönerdi ve dönerdi.
Yapay güllerden eğimli bir serpinti
eteğine ve gümüş şeritten korsasına dikilmişti.
Başının üstüne yerleştirirdi
yapay güllerden başka bir serpintiyi.
Yelesi ve kuyruğu saf Chirico’ydu.
Biçimsel ve melankolikti ruhu.
Dansözün bedenini ve ruhunu delen
küçük direğin yanı başında hissederdi
dansözün pembecik ayak parmaklarını sırtında.
Ve delerdi direk onu da, yeniden görünürdü
büyük bir kalay anahtar olarak, karnının altında.
Üç adım eşkin gider, sonra eğilip selâmlardı,
tekrar eşkin gider, bir dizi üstünde eğilip selâmlardı,
eşkin gider, sonra çıtırdar ve dururdu, ve bana bakardı.
Bu zamana değin sırtı dönüktü dansözün.
Dansözden kat kat akıllıydı.
Yüz yüze bakmak umutsuzca
-gözü bir yıldız gibiydi-dikerdik gözümüzü ve “pekiyi, onca yol aldık” derdik.