Önceleri her şey canlıydı. En ufak nesnelere pır pır çarpan kalpler bahşedilmişti ve bulutların bile adı vardı. Makaslar yürüyebilirdi; telefonlar ve çay demlikleri birbirlerinin kuzenleri, gözler ve gözlükler kardeştiler. Saatin yüzü bir insan suratıydı, kasendeki her bezelye tanesinin farklı bir kişiliği vardı ve annenle babanın otomobilinin önündeki ızgara boydan boya dişlerini göstererek sırıtan bir ağızdı. Dolma kalemler zeplinlerdi. Bozuk paralar uçan dairelerdi. Ağaçların dalları birer koldu. Taşlar düşünebilirdi ve Tanrı her yerdeydi...