Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Perşembe günü sabahıydı. Yağmurlu ve soğuk bir havaya uyandım. Aklımda hala doktorun söylediği o cümle vardı, gece boyu zaten uyuyamamıştım. Gözlerimi açar açmaz son dakika haberleri hızında aklıma düşüvermişti o bir kaç kelime "seni yatıralım, bir süre misafirimiz ol". Neden kabul etmediğimi sorgularken atmam gereken ilaçlar için yatağımdan kalktım. İki taneydi, iki ağır hap. İştahımı kesen, beni sersemleten ve durmadan uyumama neden olan, üstüme ölü bir eşşek oturmuş gibi hissetmeme neden olan iki ağır hap. Annemin uykulu gözlerle hazırladığı kahvaltıdan bir kaç lokma bir şey yemiştim sadece. Böyle yaptığım zamanlarda o üzülürdü. Çoğu zaman kızardı hatta, bazen eline alıp zorla kendisi yedirirdi. Aslında kızması ve zorla bir şeyler yedirmeye çalışması hoşuma da giderdi. Yaşıma başıma bakmadan oyun oynardım onunla. Ağzımı sıkıca kapatıp yedir bakalım yedirebiliyorsan derdim ve onun üstüme çullanması ile beraber kaşıkta ne var ne yoksa hepsini çiğnerken bulurdum kendimi. Sonra yarı dolu bir ağız ile elimi ağzıma siper etmiş bir vaziyette "yahu kadın ne diye kaşığı bademciğime kadar sokuyorsun ki" derdim. Bunu her seferinde söylerdim ve her seferinde beraberce gülerdik. Zaten oda her seferinde kaşığı bademciğime kadar sokardı. Sonrasında odama gidip hazırlık yapmam gerekiyordu, tabi önce ilaçlar. Çantamı boşalttım, dersliğe gidecektim ama içerisinde ki tüm kitapları boşaltıp kıyafet tıkıştırdım içerisine. Evden kaçan genç kadın bohçası gibi olmuştu çantam. Ders umurumda bile değildi, daha çok akşamki idmanı düşünüyordum. İdmanı ve idmandan önce ne yiyeceğimi. Sağlam beslenmeliydim, çünkü saatlerce dövüşmek aç mideyle hastanede sonuçlanabilirdi. Derslikten çok bizim dojo diye tabir ettiğimiz o dövüş salonunu düşünüyordum çünkü orada kendimi buluyor, nefes aldığımı hissediyordum. Türkiye'nin en baba hocasından eğitim almaktan ziyade nasihatler aldığım bir yerdi orası. Normal idmanlar üç saat sürerken benim giriş ve çıkış zamanım yedi saat sürerdi. Orada yalan yoktu, samimiyet ve dostluk vardı. Galiba beni çeken en büyük etkende bu olmuştu. Dojo benim gibi bir sinir hastasına sakinleştirici olmuştu anlayacağınız. Sizin tepeniz attığında gecenin bir yarısı bir kaç bira alıp salonunun kapısını çalabileceğiniz kaç tane hocanız oldu şimdiye kadar ? Öyle kıyak bir adamdı ustam, o gecelerin sabahı güzel bir dövüp evime göndermese daha da çok sevebilirdim aslında.. Biraz fazla gevezelik ettim farkındayım, mazur görün gevezelik edebildiğim tek yer burası. Çantamı da aldığım gibi düştüm yollara. Birkaç saat sonra iki ders arasında sigara içmek için kapının önüne çıkmıştım. Bir elimde kurabiye bir elimde sigara ve kulaklarımda kulaklık öylece takılıyordum kendi çapımda. Mozart - Greensleeves dinliyordum. Kurabiyeden ısırdığım zaman ağzımda ki ezilme sesi kulaklarıma çok net duyuluyordu. Bir an bunu herkes duyabiliyor mu acaba diye merak edip denemek adına kulaklığımı çıkartıp kurabiyeden kocaman bir ısırık aldım ve başladım etrafımı süzmeye. Elbette ki başka kimse duyamıyordu, kulaklığı çıkartınca ben bile duyamamıştım. Bu durum çok hoşuma gitmişti, aslında o günden sonra kulaklık takıp bir şeyler yemek en büyük hobilerim arasına bile girdi. Gene başlamıştı, kurabiyemi sağımda ki demir ızgaraya bıraktım ve çaresiz arkama yaslandım. Derin bir nefes alıp titreyerek geri vermiştim. Ayaklarımın ve avuç içlerimin terlemesi eskisi kadar rahatsız etmiyordu artık. Bir anda artık orada olamayacağım, sigara içip milletin cinsellik içeren muhabbetlerine kulak kabartamayacağım, sevdiğim insanları bir daha göremeyeceğim, bir kez daha hamburger yiyip bira içemeyeceğim düşüncesi bir ok gibi beynime saplandı. Ama en acı olanı da kalbimin bir kez daha atmayacağını, bir kez daha nefes alamayacağımı düşünmek olmuştu. Ölecektim ve bu kimsenin umurunda olmayacaktı. Bunları yazması ve sizin bunları okumanız kadar kolay bir şey değil bu anlattığım, inanın bana değil. Bunları düşünmekten çok hissediyordum. Kalbimin duracağını, nefes almayacağımı düşünüyordum ama öte yandan bunu hissediyordum. Kalbim gerçekten sıkışıyordu bunu düşünürken. Daha da acı olanı ölecektim ve bunun bir çaresi yoktu. Kendimi tam anlamıyla çaresiz hissediyordum. Ayağa kalkıp koşarak kaçmak istedim. nereye ? Nereye gitsem kaçabilirdim ki bundan. Yavaş yavaş beynime hükmetmeye başladı bu düşünceler. Artık hissetmekten ziyade dayandığım yerde öldüğüm gün gözümde canlanıyordu. Beyaz kefene sarılmış bedenimin nemli toprağa konduğunu görmek acı verici. İnsanlar sandığımın aksine üzülüyor ve ağlıyorlar, başınız sağ olsunlar, çok gençtiler, mekanı cennet olsunlar havada uçuşuyordu. Annem ağlıyor babam gücü tükenmiş kolları ile üzerime biraz daha toprak atıyordu. Abim kırılgan adamdır, Güçlü gözükür, akıllıdır, zekidir ama duygusaldır. Babamın elinden küreği alıp biraz da o atıyor üzerime toprağı. Bilirim onun üzüldüğü zaman ki hallerini, kanlanmış gözlerini. Babam ve abim göz yaşlarıyla suluyorlar toprağımı. Herkes gibi onlarda arkasını dönüp beni bir başıma bırakıyorlar orada. Bilmiyorlar ki olanca gücümle haykırıyorum onlara gitmeyin diye... Herkes gidiyor, herkes gitti ve kimse gelmeyecek artık. Günahlarım kadar hızlı çürüyordu bedenim, en az günahlarım kadar hızlı.
·
12 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.