Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

262 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Eduardo Galeano, 2015’in 13 Nisan günü, hikayelerinde anlattığı gibi acıların, sefaletin, kıymet bilinmezliğin, ezenlerin, kıyıcıların, zalimlerin, ırkçılığın haddinin hesabının olmadığı bu rezil dünyadan çekip gittiğinde, ardında bıraktığı kitaplarıyla benim gibi okuyucuların kafasında ve gönlünde özel bir yer edineceğini bilebilir miydi acaba? Kendisini ilk olarak “Kucaklaşmanın Kitabı” ile tanımış, üslubuna, dikkat çektiği konuların birbirinden renkli olup, bakış açısına yeni pencereler, kapılar inşa etmesine hayran kalmıştım. O kitaptan okuduğum ve çok beğendiğim sözünü ben O’na ithaf etmek istiyorum; "Dünya, bir insanlar yığını, bir minik alevler denizidir. Herkes kendi ışığıyla ışıldar. Hiçbir alev öbürüne benzemez." Senin ışığın da, alevin de kendine has, öyle güzel ki Bay Galeano! Bu ışıkla tanıştığıma öyle memnunum ki. Beni duyabilseydin keşke… Hikaye Avcısı kitabına gelirsek, kendisinin veda etmeden evvel ardı ardına baştan yazıp, üşenmeden, sıkılmadan, yeniden düzenleyip cila attığı denemelerinden bir demettir. Kısa yazılmış, çarpıcı etkisi uzun süren hikayeler bunlar. Çoğunda, tarihin bilinen bilinmeyen halk kahramanları, savaşçıları, direnişçileri, işçileri başroldeler. Bu arada yazarın kısa geçmişini de eklemek istiyorum. Uruguay, Montevideo doğumlu yazar on dört yaşından beri yazar. Çeşitli yayın organlarında çalıştı, editör oldu. Siyasi fikirlerinden dolayı askeri darbe sırasında hapse atıldı ve sürgüne gönderildi. Tıpkı dünyanın çoğu yerinde rastlanan, düşünce ve kalem suçundan cezalandırılan nice yazarlar gibi Oda bu hırpalayan günleri, yılları deneyimlemiş oldu. Kitabın sonlarında, kendi ağzından yine dobraca yazı hayatına ilişkin tecrübelerini paylaşmış okuyucuyla. Öyle ki hiç çekinmeden, kendisinin gerçek üniversitelerinin Montevideo’nun eski cafeleri olduğunu anlatıyor. Oralarda davetsizce aralarına karıştığı arkadaş gruplarında en güzel öyküleri dinlemiş. Buralardan çok beslendim diyor Galeano. Bilginin membası sanırım en güzel halkın içinde olmak, onların yaşanmışlıklarını yaşamak, yaşamayı hayal etmek olsa gerek. Bütün avladığı hikayeleri burada paylaşmak isterdim lakin bunu yapamıyorum. Birkaçını da buraya yazmazsam içim mutlu olmayacak; Eğer Larousse Bunu Söylüyorsa… 1885’te, Haitili bir siyah olan Joseph Firmin altı yüzü aşkın sayfalık, İnsan Irklarının Eşitliği Üzerine isimli bir kitap yayınladı. Eser ne geniş bir kesime yayıldı ne de herhangi bir yankı uyandırdı. Sadece sessizlikle karşılandı. O günlerde içindekiler hala kutsal söz addedilen Larousse sözlüğünde aynı konuyla ilgili şöyle bir açıklama yer alıyordu; “Siyah ırkta beyin beyaz ırktakine nazaran daha az gelişmiştir.” Kapalı Kapılar 2004 yılının Ağustos ayında Paraguay’ın Asuncion şehrindeki bir alışveriş merkezi yandı. Üç yüz doksan altı kişi öldü. Kimse aldıklarının parasını ödemeden kaçmasın diye kapılar kapatılmıştı! Yankılar “Kendi yaşamımızı ve ölümümüzü yaratmaya başladık.” “Zamanın başlangıcında, Tanrı dünyayı yarattı. İnsanlığın bir bölümüne geri kalanlara hükmetme hakkını verdiğine dair tek bir söz etmedi.” Otizm Reklam dünyası televizyonlarda çıplak insanlardan daha erotik otomobil bedenleri sunarken, tekerleklerin ilahlaştırılması ve bacakların kullanılmaması giderek evrensel bir hastalığa dönüşüyor. Bu yüzyılın başlarında, uluslararası araştırmalar çok net veriler ortaya koydu: İnsanların çoğu arabalarının çalınmasını ve bir daha bulunamamasını başlarına gelebilecek en kötü felaket olarak görüyor. Mucit Louis Pasteur sadece kendi adını taşıyan ve yiyeceklerimizi koruyan kimyasal yöntemi icat etmekle kalmadı. Diğer birçok aşının yanı sıra, bizi kuduz hayvanlardan kurtaran aşıyı da buldu. Ancak onun başka bir kuduza, meslektaşlarının kudurmuş kıskançlığına karşı mücadelesi bundan çok daha zor oldu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Paris gazeteleri onu hangi tımarhaneye- Charenton’a mı yoksa Sainte-Anne’a mı? -kapatmanın daha iyi olacağını tartışıyorlardı. Terzi Kadın En iyi jüponları, soğuğa karşı zarif zırhlar olan yelekleri dikiyordu. La Paz şehrinde onun yarattığı kıyafetlerin kalitesiyle ve güzelliğiyle rekabet edebilecek kimse yoktu. Ama Simona Manzaneda’nın ustalığı bunun çok ötesine uzanıyordu. Hassas elli ve yumuşacık sesli bu terzi kadın sömürgeci güce karşı hareket ediyordu. Teyellenmiş kumaşlarının ve kat kat eteklerinin kıvrımları arasına, şimdi Bolivya adını taşıyan o toprakların özgürlüğüne çok katkı sağlayan haritalar, mektuplar, talimatlar ve mesajlar gizliyordu. Simona ihbar edilene kadar dikiş dikip, komitacılık yaptı. Saç örgülerini kestiler, kafasını kazıdılar, çırılçıplak bir halde eşeğin sırtına bindirip şehrin ana meydanında dolaştırdılar ve sırtına elli kırbaç vurduktan sonra kurşuna dizdiler. Ağzından tek bir sızlanma dahi çıkmadı. Boş yere ölmediğini biliyordu. Her bir yaprakta kısa ama oldukça gürültülü, rüzgarlı bir hikaye okurken, diğer bir sayfada masalsı dünyanın yüzünüze yansıyan sempatik ışığıyla karşılaşabiliyorsunuz. Galeano’nun dünyanın acılarından kendince böyle bir kaçış bulduğunu düşündüm okurken. Minicik molalar, arada gülümsemeyi de unutmaman için sana uzattığı şeker gibi. Ben diğer kitaplarıyla da Onun dünyasında gezinmeye devam edeceğim. Okumak isteyenlere de şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Hikaye Avcısı
Hikaye AvcısıEduardo Galeano · Sel yayıncılık · 2017381 okunma
·
150 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.