Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

256 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Okur olarak birçoğumuzun okumak ile okumamak arasında git geller yaşadığımı ince bir fanus var önümüzde. Bazen her şey bir anda oluveriyor, nefes almakta zorlanıyoruz, yaşamakta olduğumuz günlük hayatımız o kadar çekilmez oluyor ki, insanların vurdumduymazlığı adeta ayyuka çıkıyor. Sabahları yıkanmak, gün içerisinde ve geceleri uyumak, dişlerimizi fırçalamak, yemek yapmak ihtiyacımız bile saçma gelmeye başlıyor. Yıkandıktan ve temizlendikten sonra tekrar kirleneceksem neden yıkanayım ki? Yattığımız yatak her gece tekrardan bozulacaksa ne anlamı var onu toplamanın ve sonuçta ölüm varsa neden fazladan bir gün daha yaşayalım? Bu döngü ve nokta içinde bulunduğumuz ruh hali, fanusun en dar olan halidir. İntihar insanlar için tek bir çıkış noktası haline gelir. Slyvia Plath kendini bu fanusundan 31 yaşındayken bu şekilde kurtarabilmiştir. Bu acımasız dünyada yaşamaya devam etmektense İntiharı bir kurtuluş yolu olarak seçmeyi kendine daha uygun görmüş. Yarı otobiyografik eseri olan Sırça Fanus'ta ilk depresyonunu nasıl atlattığı, belki de nasıl ertelediğini anlatmaya çalışıyor Slyvia Plath. Bu kitabını ilk başta takma bir isimle yayına alır, ama daha sonra tüm karşı gelmelere ve oluşacak olumsuzluklara rağmen eserini gerçek kimliği ile üzerine alır. O dönemin ve zamanın ilk feminist romanı olarak addedilir. Çünkü yazarımız ve başkahramanımız burada bekâreti sorgulamaktadır, bir erkeğin himayesine altına girmekten hoşlanmaz, evlilik öncesi ilişkilere karşımdaki yaşamışsa ben de yaşayabilirim mantığıyla kaleme alır yaşananları. Kendisine göre her iki bireyde eşit haklara sahip olmalıdır. Bakir olmayan bir kişinin, el değmemiş bakire bir kız istemesini ikiyüzlülük görmektedir. Dönemin, 1960’lı yılların Amerika'sında böylesi fikirler gerçekten çok cesaret isteyen cüretkâr fikirlerdir ve kimse bunu konuyu alenen dillendirmekten yana değildir. Gençlik yıllarımda ne çok kafa yormuş ne çok tartışmıştım. Seçimlerimi toplum dayatmalarına göre mi kendi tercihlerime göre mi yapmalıydım? Hayatımı kim kontrol ediyordu, komşu ve inançlar mı yoksa kendi mantığım ve fikirlerim mi? Peki hayat benimse, istediğim gibi de davranırsam, ailem beni hala kabul edebilecek miydi? Ya da bu ikilem benim sırça fanusumu yaratacak mıydı? "Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum," demiştim Doktor Nolan'a. "Bir erkeğin dünyasında hiç bir kaygısı yokken, benim başımda, beni hizada tutmak için bir sopa gibi asılı duran bebek konusu var." Sayfa: 228 O dönemler Amerikan toplumunda evlilik dışı yaşanılan ilişkiler hamilelik riski sebebiyetiyle kadınlara yasaktır. Olası böyle bir olumsuz durumda evlenmeme gibi bir hakkı ve lüksü yoktur kadının, ya da geç evlenmek gibi bir isteği de kesinlikle olamaz. Kadının biyolojik saat, işlemektedir, aman çocuk doğurma yaşını geçirme sakın ola, yoksa kimse almaz seni sonra. (Bir yerden tanıdık geliyor mu?) Bir diğer yandan çocuk doğuramama gibi hakkı yoktur evliyse, kocası isterse mecburdur çocuk doğurmaya, aksi bile düşünülemez. "Buddy Willard'ın baştan çıkarıldığını öğrendiğimden beri bakireliğimi boynuma asılmış bir değirmentaşı gibi taşıyordum. Benim için öyle uzun süredir, öylesine önemli bir konu olmuştu ki onu her ne pahasına olursa olsun korumak bir alışkanlık haline gelmişti. Onu beş yıldır koruyordum ve artık sıkılmıştım." Sayfa: 235 Bazen sadece bir yük haline gelir bekâret. Aklında çözdüğün ama toplum içinde çaresiz kaldığın bir yüktür bu sana. Taşımakla atmak arasında kaldığın, iki tarafı pislik dolu çubuktur bu durum. Ne çok genç kız yaşıyor bunu. "Belki de gerçekten evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın beyni yıkanmış gibi oluyor ve ondan sonra özel bir totaliter devletin kölesi gibi duyuları körlenerek yaşayıp gidiyordu." Sayfa: 90 Hayatta hep zorluklarla okunmuş okullar yılları, ne kazanılmış olan değerli diplomalar çocuk doğunca duvara asılıp kalmıyor mu sizce de? Başarılı ve bir kariyer sahibi olmaya güdümlü o ince topuklu, hırslı iş kadınları, çocuk doğurduktan sonra nenem gibi bittikten sonra geri kalan dondurma kaplarına köfte istifler hale gelen ev kadınlarına dönüşmüyorlar mı? Toplu bir şekilde toplum körleşmesi mi bu? ''Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür.'' Sırça fanustan çıkabilmek bir kurtuluş olur muydu? Günümüzde yaşamakta olduğumuz toplum kuralları akıl mantığımıza bu kadar uzakken, içsel çatışmayı alenen tetiklerken, biz insanlar olarak baştan ölmüş, baştan kaybetmiş, en başından yenilmiş olmuyor muyuz? Belki de yaşadığımız bu kâbusu sineye çekip kabullenerek devam ettiğimizde, yaşayan bir ölüden, bir nevi “The Walking Dead” dizisindeki karakterlerden ne farkımız kalacaktır?! Bir fanusun içindeki ölü bebek olarak, dışarıdaki bizi bekleyen kâbus ile hayatta kalmaya çalışmaktan çok daha canlı olabilir, kim bilir? Şimdiden keyifli okumalar dostlar. :) Bir sonraki kitap yorumu ve değerlendirmesinde görüşmek dileğiyle. Esen kalınız! ~ A.Y. ~
Sırça Fanus
Sırça FanusSylvia Plath · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201911,6bin okunma
··
84 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
İlya İlyic okurunun profil resmi
Üzülerek söylüyorum ki resmen kitabın ilgi çekiciliğine tecavüz etmişsiniz. Ne şanslıyım ki paylaşımınıza varmadan kitabı yutan kesimdenim.
Adem YEŞİL okurunun profil resmi
Daha uygun bir tabirle uyarı yapabilirdiniz diye düşünüyorum ve sizi biraz olsun empati yapmaya davet ediyorum. Bu konuyu bir bayan olarak sizin ele aldığınız ve benimde size içeriğinde "TECAVÜZ" geçen bir yorum yaptığımı düşünün. Siz bir bayan olarak beni çoktan üst kademeye şikayet etmiş ve doğanız gereği ortalığı ayağa kaldırmış ve hatta 1K'yı kadın dayanışma platformuna çevirmiştiniz. Saygılar Sn. pek Naziko.
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.