Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

88 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
346 günde okudu
SIDDIK ERTAŞ’IN ŞARTLI TAHLİYE ŞİİR KİTABI ÜZERİNE Sıddık Ertaş’ın şiir yolculuğu bir bütün olarak ele alındığında bireysel olanla toplumsal olanın at başı gittiği rahatlıkla görülür. Günümüzün önemli şairlerinden Sıddık Ertaş’ın, dördüncü şiir kitabı Şartlı Tahliye, geçtiğimiz günlerde İstanbul BirNokta etiketiyle yayımlandı. Sıddık Ertaş, yazdığı şiirlerden çok daha fazla insan yetiştirip dünyaya eklemeyi başaran ender şairlerden biridir. Peygamber Efendimiz, kıyametin yaklaşmasına değin insanların fidan dikmesini emretmişti; Ertaş da kendi fidanlarını dikiyor: insanı… O, böyle bir yolla sesleniyor Allah’a. Bu gidişatını, tıpkı yola ilk çıktığında duyduğu heyecan ile daha çok haykırarak adımlarını sıklaştırıp yankısını, vücudumuzda bulunan ölü hücreleri dahi uyandıracak bir güçle, sağlamıştır Şartlı Tahliye kitabında. Ertaş; yazı hayatında her zaman yazılmış olandan kaçıp daha önce yazılmamış olanı yakalamayı amaçlamıştır. Şair, “Daha önce yazılmış olan bir şeyi yazmanın ne anlamı var” düşüncesi ile yola çıkarak şiirlerinde daima yenilik ve anlam arayışına girmiştir; ama asla “vardım” demeden… Arayışı her zaman sürdü ve sürmeye devam ediyor. Şair, şiir ile herdem yeniler kendini. Puşa adında şiiri onun yenilik arayışına verilebilecek iyi bir örnektir. Varlığımın altı çizili mısralarısın / hayatımın katlanmış sayfaları müfredat harici bir şiir yazdım sana / adını vermek istemeyen bir günahkarım “Varlığımın altı çizili mısralarısın” veya “hayatımın katlanmış sayfaları” ifadelerinin ne denli “kendi” olduğunu söylemeye bile gerek yok. Şiir, müfredat harici bir şiir olarak ifade ediliyor. Aslında Sıddık Ertaş her zaman müfredat harici şiirler yazan biridir. Örneğin “şehzade” şiirinde bu güne kadar hiçbir şairin ele almadığı bir açıdan oldukça da etkili bir şekilde şehzadelerin katledilişini yine kendi özgün üslubuyla işlemeyi başarmıştır. Ya da “gel” şiirinde modern tıbbın insanı iyileştirmek iddiasına rağmen aslında ölümün güzelliğini insanlardan aldığını dile getirmesi oldukça ilginç bir yaklaşım. Şair, bu şiirinde bir taraftan ilkele dönüşü savunmaktayken öte yandan ilkel olanın aynı zamanda ilahi nizam gereği olduğunu da belirtmiş olmaktadır. Fakat şiirleri bütüncül olarak ele alındığında bu tavrın, şairin genel tavrı olmadığı rahatlıkla görülmektedir. “hırsızlama yürürken” evlerin salonunda atılan her adımla zehirlenir göğsümüz şiir denen kadehin dudağımızda izi çürümüş cennet gibi öylece kalakalır “tenha” adlı şiirde muhtemelen genelde sanatçıların özelde ise şairlerin özel hayatlarının trajik olduğuna değinilmiş. “buz dağları devşirmek gibi soğuk tenlerden” mısrasındaki tensel yalnızlık aynı zamanda evlerin odasının ruhumuzun kabir odalarına dönüşmesinin verdiği ruhsal yalnızlık ile bütünleşmektedir. Doğrusunu isterseniz yine çoğu şairin değinmediği ya da değinemediği bir konu ele alınmış ve gayet örtülü bir şekilde işlemiştir. Her zaman dediği gibi “buzlu camın arkasında göstermek” onun en büyük başarısı olmuş: sadece bu şiirde değil, bütün şiirlerinde… Şartlı Tahliye, çocuklukla ve çocukluğun en büyük imgeleri olan baba motifiyle yeniden yüzleşmenin hikayesi gibi. Anne, vefat etmiş olan abla, çocukluk dönemindeki hastalıklar, yoksulluklar kitabın ana omurgasını oluşturuyor. “tenimde babamın doku çalışmaları”, “babamın gözlerini ihlal eden urlardan / hız limitini aşarken öğrendim bunu”, “urganlarla karantinaya aldığı bedenimi / ahşap bir direğe teyellemişti babam” mısraları çocukluğunun baba imgesinden kalanların bir kısmı sadece. Anne de şiirlerde oldukça yer tutuyor aslında. “çocukluk duvarlarım yıkılıyor üstüme / annem su terazisi düzeltiyor evimi / anneler evdir zaten bir de kömür ütüsü / düzeltiyor hayatın kırışığını” mısraları adeta babadan anneye sığınmanın mısraları… Kitap, bütünlüklü olarak okunduğunda genel anlamda anneye sığınma, ona duyulan minnettarlık, annenin kutsanması dikkatleri çeker. “her çocuk bir anneden almaktadır adını / bedeniyle beslenir rahminden başlayarak / orası tanrımızın eliyle dokunduğu / çamurdan gövdemizi dantelce dokuduğu” dizeleri tam olarak bunu gösteriyor. “ağır aksak başlamasaydım keşke hayata / beni rahminde unutsaydın anne” dizelerindeki ana rahmine dönüşü psikanalist bir perspektifle okumak yerine estetik bir unsur olarak okumayı tercih ederim. sıddık ertaş ile ilgili görsel sonucu Bireysel hikayesinin dışında toplumsal içerikli söylem de dikkati çeken bir başka boyut. Aslında Sıddık Ertaş’ın şiir yolculuğu bir bütün olarak ele alındığında bireysel olanla toplumsal olanın at başı gittiği rahatlıkla görülür. Üst okumada bireysellik öne çıkarken alt okumada toplumsal olanın çığlığını duymamak mümkün değildir. Bazen bunun tam tersini de yaptığı olmuyor değil. Ve politik olan ön plana çıkarılırken bireysel olan arka plana itiliyor. Bu tür şiirlerde asıl kastettiği ise her zaman arka plana itilen anlamdır. Dedik ya “buzlu camın arkasından gösterme”yi seviyor. Buna en çarpıcı örnek “düşük” adlı şiiri. Sevdiği kadına sitem için yazıldığı alt okumayla anlaşılan şiirde üst okumada politik söylem hakim. Özellikle seksenli doksanlı yılların derin devletinin Doğu ve Güneydoğuda yaptığı devlet baskısının verdiği bunaltı ile sevdiği kadının verdiği bunaltı arasında bir benzerlik ilişkisi kurulmuş ve yakın olan söylenirken uzak olana mesaj verilmek hedeflenmiştir. Bu özel şiir dışında şairin genel tavrı, sevdiği kadına olan derin bağlılığını var oluşsal bir dil ile ele almaktır. “kan ter içinde dönüyordum bir aşka”, “biz yan yana uyuyan toprak ve su gibiydik”, “göz çukurlarımızdan bakıyorduk Allah’a”, “ sana üç tarafı özlemekle kaplı / bir yarımada olarak geldim / bir ana vatan” gibi mısralar bu tezimize örnek olarak sunulabilecek bir temsiliyete sahiptir. Aile fertlerinin şiirlerinde yer alışına değinmişken onun, çocuklarını da hiçbir şiir kitabında unutmadığını söylemeden geçmek olmazdı. Kızı Berfin Sude Ertaş için yazdığı şiirlere bu kitabında da iki şiir eklemiş şair. Bu kitapla birlikte artık beklediği Anzer Ali de geldiğine göre bu kitaptaki Anzer Ali için yazılmış şiirlerin devamını sonraki kitaplarda görmeye devam edeceğiz demektir. Gelmesi beklenenin, hayata karşı alması gereken tavra dair baba tavsiyelerinden oluşan “beklenen” şiiri de aynı zamanda politik okumaya verdiği imkan açısından kayda değer. Şair, dördüncü kitabına kadar geçen süreçte yaşadığı çağa sığmak yerine başkalarının derdi ile dertlenip sınırsız coğrafyalara ulaşmayı denemiştir hep. İnsanın, insan sıfatını kazanmasına sebep olacak bir öz varsa o öz “Başka bir insanın derdi ile dertlenmektir. Şair, benlik davasından kurtulup hayatı yaşanılabilir kılan ama kendi derdi ile boğulup ölen olmamıştır. Sıddık Ertaş’ın fikir dünyası Fethi Gemuhluoğlu, Nuri Pakdil ve Mürsel Sönmez’den önemli izler taşımaktadır. Ertaş, Nuri Pakdil ve Fethi Gemuhluoğlu gibi büyüklerimizden aldığı ilhamla bu toprakların sesi olmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda “muhafazakar” adlı şiiri, Muhammed İkbal’ın “İnsan, ileriye gitmek için vardır” mısralarına yoğun bir çağrışım yapıyor. Şair, şiirlerinde lirik bir tarza mistik konuları işlerken; hem şiiri hem bulunduğu medeniyeti ileriye taşırken bağlı olduğu toprağa, hatta gübresine dahi yabancı gözle bakmamıştır. Çünkü geldiği çamurlu toprakları unutmaktan kaçınmıştır. Şair Sıddık Ertaş’ın hayatında Şiirlerinde sürekli savaş halinde olduğu benlik davası konu olmuştur. Vitrinde kalmak derdinde olanlara savaş açmıştır. Bir çapak gibi göze batanlara çapak olduklarını şiirsel bir dille de her zaman hatırlatmıştır. İmgenin aç kalmasına müsaade etmeyen ve anlam darlığı yaşamayan biridir o. Acının yaşandığı coğrafyalarda ayaklarınızın bastığı toprağın altında aç kalan karıncanın karnının sancısını duyabilirsiniz onun dizelerinde. Ertaş’ın dozunda ve günümüz şiirinin imgelemi olarak örnek verebileceğim mısraları oldukça fazla. “cinayet” adlı şiirindeki şu dizeler buna bir örnek olarak sunulabilir. Şiirle kefenlenmiş bir ölü gömüyorum bir ölünün adıyla başlıyor kelimelerim alnında tırnak izleri unutulmuş ölüler hedef tahtasıdır şiirimde mısra düzenim gibi yaşamın gücünü görmek için öldürür şairler birer birer bütün sözcüklerini sıddık ertaş şartlı tahliye ile ilgili görsel sonucu Alışılagelenin dışında bir bakış açısıyla olgulara yaklaştığını söylemiştim. Tragedyadem şiirini okuduğumuzda çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz, okuduğumuz Hz Adem hikayesine ne denli çarpıcı bir bakış açısıyla yaklaştığını göstermektedir. Düşünsenize, dünyaya geliyorsunuz bir kıza aşık olamıyor ellerinden tutup heyecan yaşayamıyor ve onu rüyalarınıza dahi alamıyorsunuz. Terk edilmek, boşluğa düşmek ve başınızı dizinize koyup ağlayacak bir anne bulamıyorsunuz. Yüzünüze bakacak bir kardeşiniz yok, omzunda ağlayacağınız bir dostunuz da. Ama her şeyi ilk siz tadacaksınız; meyvenin lezzetini de zehrini de. Güneşin doğuşuna da batışına da anlam vermeye çalışacaksınız. Hz. Adem’in hikayesi bir yönüyle de bir trajedi olarak okunabiliyormuş demek ki… Buradaki tek sorun “Trajedi”nin bizim medeniyetimize ait olmaması olabilir ancak. Kendi medeniyetinin kavramlarını kullanmaktaki hassasiyet ile bu kullanımı örtüştüremedim. Her ne kadar trajedi doğru bir şekilde yaratılış ile ilgili bir yerde yani doğru olarak kullanılmış olsa da… Sıddık Ertaş, ‘Tragedyadem’ şiiri ile bir ilke imza atmıştır bence. Yepyeni bir bakış açısı sunmayı başarabilmek herkese nasip olmuyor. Hz. Adem’in çocuklunu ve tatmadığı gençlik duygularını şiirin tematiğine işleyip yaşanmamış duyguların yaratacağı yalnızlığı etkili bir şekilde ele alabilmiştir. Son olarak kitapta resim sanatının imkanlarından da yararlandığını belirtmiş olalım. Özgün şiirler özgün resimlerle sunulmuş. Bu kitapla Sıddık Ertaş, edebiyatımızdaki yerini daha da berkitmiştir. Kaynak: Bir Nokta dergisi 186 Temmuz sayısından alınmıştır. Ahmet Şefik Vefa
Şartlı Tahliye
Şartlı TahliyeSıddık Ertaş · Birnokta Kitaplığı · 20176 okunma
·
93 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.