Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hiç bir şey olmasa da ölüm var !Unutmayın. ..
An olur, "ne yapıyorum ben!" deriz içimizden. Eşiğinden geçtiğimiz o heybetli köşkler sırçadır, bugün yıkılmasa; elbet yıkılacaktır. O hâlde bu neyin hırsıdır? Niçin bu nefret? Vüs'at O. Bener, "Hoş güçlü kişiliğine, görüntüsüne inandığım, imrendiğim nice insan tanıdım, daha büyük gürültüyle yıkıldılar." der. Hayat böyledir sevgili okur. Hiçbir şey olmasa ölüm var unutmayın. Var olun.  Vüs'at O. Bener - Siyah-Beyaz Yapı Kredi Kültür Yayınları   Bıttım ağaçlarının hışırtısı başlayacak birazdan, serpintisi sonra yağmurun, serin ıslaklığı okşar yüzümüzü, kesiliverir birden, uykuya geçerdik toprak damlarda...  Tek tük kamu yapıları dışında, çarçabuk kuruyan cipcazla örülmüş kondular toplamıydı kırk yıl öncesinin Siirt'i. Geldiğim ilk günler, güç belâ bir oda kiralamıştım. Akrepten korunabilmek için karyolamın ayaklarına içi su dolu kaplar koymamı salık vermişlerdi, bir de cibinlik, -atlarmış tavandan akrep- boğuluyordum sıcaktan. Bereket daha düzgünce bir evde oturan iki bekâr memur arkadaşın yanlarına taşındım, damda yatılması gerektiğini de onlardan öğrendim.  Bir kural daha varmış. Damlarda ışık yakılmayacak, dolaşılmayacak, dürülen yer yatakları el yordamıyla serilip girilecek hemen yorganın altına. Uyarılmadığım için, bir gece, soluk alayım, kasabayı şöyle bir göreyim yanılgısı, büyük çoğunluğu Türkçe bilmeyen yerlilerin tepkisine yolaçtı. Dillerinden anlayan müdür, kulağımı büktü incelikle. Savmış adamları, yeni geldiğimi, bilgisizliğimi, kötü niyetli olmadığımı anlatarak.  Gündüzleri kırk dereceye ulaşıyordu ısı. Trahom yaygın. İçme suyu arabalarla otuz kilometre uzaktan getiriliyor, sebze Diyarbakır'dan. Memur, subay ailelerine zor yetişiyor. Tifo korkusu yüzünden, otuz kırk bardak çay içiyoruz günde, demli, kaçak kuyruk çayı, askılığı boş kalmıyor hiç, çaycının. Dün mektup aldım, İstanbul'daki kızkardeşimden. Yıllardır görüşemiyoruz. Zarftan bir de fotoğraf çıktı. Bisikletinin üzerinde gülümsüyor kardeşim. Ne çabuk büyümüş, basbayağı genç kız! Günlerdir, o gün-kendi çocukluğumun bisiklet tutkusunu anımsadığımı anımsıyorum, kar eleniyor dışarıda, ezan sesleri yankılanıyor, pazar sessizliğine Ankara'nın, sobaya odun atmalı. Ne iyi, demek bisiklet alınmış kardeşime! Kıskanmadım ya, içim burkuldu!  Alışverişi arasıra ben yapıyorum, elime para verildiğinde birkaç kuruş tırtıkladığımı biliyor annem, yüzlemiyor. Fırsat düştükçe bisiklet kiralıyorum, en çok bir saatliğine, eski püskü, lastikleri yamalı bisikletler.  Bir gün birlikte kararlaştırdık annemle, para biriktireceğim, kendi bisikletim olacak. Bir teneke kutusunu kumbara yaptık. Salt bir kuruşluklar atıyorum içine nedense! Sallıyorum, ağırlaştıkça büyüyor umudum. Oysa, o yıllarda bile dört beş yıl aynı hızla para biriktirsem, bir bisiklet satın alınamayacağı ortada!  Ola ki, üç dört ay geçti aradan. Okul çıkışı et almaya gönderdi annem. Dönüşte kumbaramı aradım, yerinde yok. Annem sıkıntılı, elinde süpürge ortalığı süpürüyor sözde, elinden aldım süpürgeyi. Gözleri dolu dolu. İlişti sedire. "Ay sonunu getiremiyoruz oğlum! Ne yapalım! Bakkala kasaba yüzümüz tutmuyor artık..." Sarıldım boynuna. Çamaşırın yıprattığı genç ellerini öptüm. "Haklısın anacığım, bisiklet benim neyime!"  
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.